Mezarlıklardan Tablolar / 3: Huzurlu Bir Keder

//

Koruyucusu olduğu kişinin mezarına şevkatle sarılmış; yumuşaklığıyla, sıcaklığıyla onu hayata döndürecek neredeyse; ama gözleri yine toprağa bakıyor, bir tür onun ölümünü kabullenmişlik içinde; duru, yalın, huzurlu bir keder var ifadesinde, öylesine; sevgisini ölümsüzleştiriyor.

Giriş kapısı

Şili başkentinde, Genel Santiago mezarlığı(“Cementerio General”)1 giriş kapısındayız. Burası yaşamın ve ölümün kutsandığı bir kent parkı, ölülerini terk etmeyen kültürlerin mezarlığı. Bu ölüler kenti, aynı yaşayanların kentlerinde olduğu gibi, toplumsal sınıflar arası farklılıkları da yansıtıyor. Bir yandan büyük anıt mezarları (Aztek, Orta Amerika, Grek, Roma, Mısır, Gotik, Barok tarzlarında), ünlü kişileri, aydınları, sanatçıları, politikacıları, bir yandan da, isimsiz yurttaşların mütevazı unutulmuş mezarlarını ve katlı kabin mezarlarını içeriyor. Burayı gezerken, bir cenaze töreninden yükselen “Gracias a la vida”(“Hayata teşekkürler”) şarkısı da çalınabilir kulağınıza. Bu mezarlık sık sık politik gösteri ve eylemlerinde yapıldığı bir özgürlük parkı.

Şimdi, Santiago mezarlığının anıtsal heykellerinin izini süreceğiz.

Kim bu?

Önce, ana giriş kapısı üzerindeki heykele bakıyoruz. Ne anlatıyor bize? Ölülere sahip çıkan tanrı babayı mı? Yoksa gözleri dehşet içinde açılmış, sol eli yüreğinde, sanki hiç de ummadığı halde kucağına düşmüş çocuklarını ağırlayan bir insan babayı mı?

Mezarlıklardan neler öğreniriz?

Bu kez, mezarlık girişindeki meydanda yer alan bir heykele bakıyoruz. Evet, kendine, hayatına sıkı sıkı sarılmış ama ölüm üzerine düşünen bir adam adeta bu. Bu arada, ben de, bir tür tafofil (mezalık düşkünü/gezgini; tapho-Yu.: mezar) sayılabilirim; yıllar önce dedemi gömdüğümden beri dünyanın değişik bölgelerindeki mezalıkları ziyaret ederim. Anılar acıtsa da yaralara merhem oluyor buralarda dolanmak. Çok şey öğretti bana mezarlıklar, yaşayanların hayatlarının özetini sundu. Evet, bu ölüler kentleri, o toplumun yaşama ve ölüme bakışını, yas tutma kültürünü, tarih, sanat, inanç sistemlerini, geleneklerini gösterdi. Ama en çok da, ölümü dışlamamayı, ölümlülük gerçeğini gösterdi; bu gerçeği içselleştirebilmenin yaşamı nasıl da zenginleştirdiği üzerine düşüncelere dalmamı sağladı, sağlıyor.

Bir adam ve bir kadın

İçeride bir adam ve kadının, duru, sade, beyaz, doğdukları hallerindeki gibi çıplak heykelleri2 karşılıyor bizi; belki de Eden (Cennet) bahçesinden kovulduktan ya da dünyaya indikten sonra, bu âlemde yollarını arayan Âdem ve Havva’yı sembolize ediyorlar; birçok inanç sisteminde kabul gören yaygın bir inanışın simgelerini.

Yaşamla ölümü ayıran duvar

Kadının gözleri kapalı ya da görmüyor, adama bırakmış kendini, ama adamın az biraz önünde yürüyor, adamın gözleri yarı açık, önünü görüyor, bedeninin sol yarısı ve sol omzuyla kadını adeta koruyor ya da yönlendiriyor. Bu tavrı, sağ elinin işaret parmağıyla yön göstermesinde iyice somutlaşıyor. Her ikisi de güneş gibi parlayan bir pencerenin, bir duvarın önünde; yaşamla ölümü ayıran bir duvarın önünde. Kadının sağ ayakucunda, yere sarı bir çiçek bırakılmış. Adeta bir yabancılaştırma unsuru. Çarpıcı.

O melek

Bir melek betimlemesi. Sağ arka yönünden gelen ve önünü aydınlatan kuvvetli ışığın altında bir kitap tutuyor elinde; olasılıkla, kutsal kitaplardan göklerin seslenişini okuyor ölmüşlerin anısına.

Sade, duru

Kanatlarıyla, korumaya aldığı gömütün başında bir melek3; üzgün, enginlere dalmış; sade, duru bakışlarıyla yas tutuyor; derin düşüncelerde erimiş gitmiş, yaşananların anılarıyla yüklü ama sonsuzluğun da farkında adeta.

Gökyüzüne yükselecek sanki

Bir başka melek, oldukça stilize edilmiş; yüzü hafif öne eğik, toprağa bakıyor. Ama hareketli, yürüyor, sanki biraz daha, hadi biraz daha hızlansa gökyüzüne yükselecek, o taşıdığı ağır kanatları açılacak, uçuracak onu, çerçeveleri aşıp yükselecek sonsuzluğa. Hani uçurtmasını havalandırmak için giderek hızlanan, koşturan çocukların uçurtmaları sonunda yükselir ya gökyüzünde, bulutlara doğru; öyle gibi sanki.

Azteklerden kalan

Bu anıt mezarda ise, Azteklerin ana tanrıçası “Coatlicue” çıkıyor karşımıza4. Aztek mitolojisinde, ayı, yıldızları ve güneşi doğuran, yaratılış, yıkım, doğum ve annelik tanrıçası. Çoklu sembolizmleri olan antropomorfik bir heykel bu. Kızıllaşmış mezarlık yaprakları eşlik ediyor bu replikasına.

Elemin mermer anıtı

Bu derin kederler içindeki melek koruduğu kişinin mezar kalıtlarına uzatmış elini, ama ona ulaşamayacağını bilmenin teslimiyeti ile yer çekimine bırakmış parmaklarını ve tüm bedenini. Derin bir hüzünle çökmüş, toprağa dönmüş yüzünü, matem tutuyor, ağıt yakıyor. Ölüm karşısındaki çaresizliğin, elemin mermerden bir anıtı sanki.

Cilveleşen kumrular

Öte yandan, bu anıtın hemen üstünde, ölüler diyarında oynaşıp cilveleşen kumrular yeni bir hayatı filizlendirecekler belkide.

Bukleli saçlar

Bu melek ise, bukleli, dalgalı saçlarıyla adeta Leonardo da Vinci’nin elinden çıkmış gibi. Yine yarı kapalı gözleriyle toprağa dönük; yitip gidenlerin anılarında dalmış bakışları.

Huzurlu bir keder

Bu kez çok daha hareketli, neredeyse canlı bir heykel karşısındayız. Koruyucusu olduğu kişinin mezarına şevkatle sarılmış; yumuşaklığıyla, sıcaklığıyla onu hayata döndürecek neredeyse; ama gözleri yine toprağa bakıyor, bir tür onun ölümünü kabullenmişlik içinde; duru, yalın, huzurlu bir keder var ifadesinde, öylesine; sevgisini ölümsüzleştiriyor.

Meraklısı için notlar

Bu metin, ilgili fotoğraflar ile birlikte Serkan Turaç (Akya Film) danışmanlığında yürütülen “Anektod” projesi (2023-24) kapsamında hazırlanmış, konuyla ilgili açık internet websitelerinden, kişisel deneyim, izlenim ve çıkarımlardan yararlanılarak oluşturulmuştur. Metin başlığı Mussorgsky’nin “Bir Sergiden Tablolar” eserinden devşirilmiştir. Fotoğrafların tümü Şili Genel Santiago mezarlığı (“Cementerio General”)’nda 2015 Kasım’ında çekilmiş, 2023 Kasım’ında “Photoshop” programı ile işlenmiştir.

1.     Şili Genel Santiago Mezarlığı (“Cementerio General”) dünyanın en büyük mezarlıklarından biri; yaklaşık 2 milyon kişinin gömülü olduğu bu mezarlık 1821’de kurulduğu günden bugüne Şili’nin toplumsal tarihini, heykel mirasını ve geçmişini yansıtıyor, adeta yeniden inşa ediyor. Her ne kadar girişinde bir haç varsa da, farklı ayin ve geleneklere, çeşitliliğe saygı gösteriyor; farklı inançlardan kişilerin gömütleri var burada.

2.     Şili’li kadın heykeltraş Rebeca Matte Bello’nun (1875-1929) kendisi ve kocası Pedro Iñiguez’in kalıntılarını barındıran mezarlıkta yer alan 1916 yapımı heykeli bu. Adı, Kör (Los Ciegos) ya da Işığa Doğru (Ad Lucem), ya da Karanlıktan Aydınlığa (De la oscuridad a la luz). Bir adamın kör/ölü bir kadını ışığa doğru götürdüğünü ya da cennetten kovulan çiftin el ele ama tereddütle bilinmeyene doğru ilerlediğini gösterdiği düşünülüyor. John Milton’un (1608–1674) Adem ve Havva’nın Cennet Bahçesi’nden kovuluşunu anlatan Kayıp Cennet (1667) şiirinden esinlendiği varsayılıyor. Ayrıca bu heykel, İtalyan şair ve eleştirmen Diego Caroglio’nun İnsanlık (L’Umanita) şiirine de esin kaynağı olmuş.

Rebeca Matte tarihçisi Isabel Cruz’a göre ise bu yapıt, sürmekte olan Birinci Dünya Savaşı’nın ve ölümlerin ardındaki üzüntü ve acı dikkate alındığında, dünyanın savaşa karşı körlüğünü temsil ediyor. Rebeca Matte Bello’nun heykelleri Şili Ulusal Güzel Sanatlar müzesinde ve Brezilya, Fransa, İtalya gibi birçok ülkede sergileniyor. Ayrıca, 1908–1914 yıllarında yaptığı Savaş Hayaleti (Spectre de la Guerre) heykeli, Hollanda Lahey kentindeki Barış Meydanı’nda görülebilir.

3.     Bu melek, uzun yıllar Santiago kenti belediye başkanlığı (1830-1841) yapan Cavareda Trucios José Joaquín (ölüm: 1847) ve eşi Josefo Godoy Ugalde’nin mezarını koruyor.

4.     Azteklerin doğurganlık tanrıçası “Coatlicue” yılan betimlemeleri olan eteğiyle tanınıyor. Aslı İspanyol fethi sırasında Katolik öğretilerine aykırı olduğu için gömülüyor; evet, sömürgecilik Öteki bellediklerinin kültürlerini de gömüyor. 1790’da ortaya çıkarılıyor ve uygunsuz bir pagan simgesi olarak görülerek yeniden gömülüyor. Sonunda 19. Yüzyıl başında bulunduğu günden bu yana Meksika Ulusal Antropoloji Müzesi’nde sergileniyor.

Fotoğrafa merakı geçen yüzyılda, 70’li yılların ikinci yarısında, üniversite yıllarında başladı; sanata, edebiyata, resme, şiire, saza söze, arkeolojiye, tarihe meraklıydı oldum olası; giderek dünyayı değiştirmeye, tıbba ve psikiyatriye merakı da aynı yıllara rastlar. Tank gibi bir Zenith TTL makinayla dolanırdı ortalıkta. Güneşli havada 125’e 16, merdiven altında karanlık oda, ah bir 400 ASA’lık film alabilsek de, çekebilsek yarı karanlıkta. Her biri 36 kare, aman hemen bitmesin, yanında yedek film var mı, nasıl çıktı acaba, gel de bekle bir hafta, derken, fotoğraf öğreneceğim diye sabırlı olmayı öğrendi bir de. Beklemeyi, zamana inanmayı öğrendi.

“Yeni Fotoğraf” dergisinin çıkışını heyecanla her ay alışını, üç arkadaş evin alaturka tuvaletini karanlık odaya çevirişlerini, bol fotoğraf çekmeden bu işin öğrenilemeyeceğini anladıklarında, film masrafını kısmak için, Sirkeci’den 300 metrelik film alıp onu kasetlere bölüp bol bol siyah beyaz fotoğraf çekişlerini, o günlerden kalan görüntüleri; Alsancak’ta ayı oynatan adam ve ayısının görüntülerini, Kayseri’de çeşme başında oynayan çıplak çocukların, İzmir’de Cumhuriyet Meydanı’nda büyük mitinglerin görüntülerini, ille de kordon görüntülerini hayal meyal hatırlıyor.

Ardından, uzun bir ara girdi fotoğrafla arasına. Psikiyatri eğitimi ve uzmanlığıyla artık makinasız fotoğraflar çekmeye dönüştü adeta bu merak. Yardım için başvuran kişileri dinlerken kendi zihninde onların fotoğraflarını çekmeye, onların iç dünyalarını, duygu hallerini zorluklarını, hayat mücadelelerini zihninde imgelerle canlandırmaya dönüştü bu merak. 80’li yılların başlarından itibaren artık mesleğine gömülmüştü. Araştırma yapmak, ders vermek, klinik pratik, meslek örgütlenmelerinde aktif görevler üstlenmek ve bu görevleri bağlamında yüzün üzerinde ülkeye seyahat etmek, konferans vermek. Buralarda mutlaka sanat müzelerini, az da olsa fotoğraf müze ve sergilerini ihmal etmedi; tabii, elindeki genellikle kompakt makinaların deklanşörüne gelişine basmayı da.

Altmışından sonra, taa gençlik yıllarından beri uzaktan beğeniyle izlediği İFSAK’ta kurs görme zamanı bulabildi; ardından, fotoğrafın günlük hayatında kapsadığı zaman, alan genişledi. İFSAK’ta Temel Eğitim Semineri, ardından, Pitoresk projesi, Çekim Teknikleri, Portre, Makro, Uzun Pozlama dersleri, çalışmaları, Semt projesi çalışmalarında, katılabildiği fotoğraf gezilerinde rastgele, gelişine fotoğraf çekmemeyi öğrendi. Ortaya çıkmasını istediği fotoğrafı, önce zihninde kurgulamayı, onu mümkün olduğunca önce zihninde tasarlayıp görmeyi, imgeleştirmeyi, ardından dış dünyayı bu zihnindeki tasarıya göre gözden geçirmeyi, dış dünyanın kontrolü dışı olan gerçekliklerini dikkate alan bir bakış açısı benimsemeyi, mümkünse dış dünyaya az da olsa istediği biçimi vermeyi ve elindeki teknik olanaklar çerçevesinde zihnindekinin mümkün olup olmadığına karar vermeyi ve teknik ayarları / düzenlemeleri buna göre yapmayı öğrendi. Dış dünyadan edindiği izlenimleri iç dünyasında kurgulayıp / tasarlayıp, sonra bu tasarımı dış dünya ve teknik olanakların sınırlılıklar çerçevesinde, dış dünyanın içinden çekip çıkarması ve fotoğrafa dökmesi gerektiğini öğrendi. Fotoğrafın “çekilen” değil, “yapılan” bir şey olduğunu; fotoğrafı “çekmek” değil, “yapmak” gerektiğini öğrendi.

Fotoğrafın, dış dünya ile iç dünyasını birleştiren bir araç olduğunu; dış dünyayı
kendisine göre yeniden inşa ederken iç dünyasını zenginleştiren bir araç olduğunu kavradı.

Bu yüzyıla devrilmişti zaman; sayısallaşan bol renkli dünyada, “tekniğin önceliği, estetiğin üstünlüğü, yaratıcılığın hazzı” der durur oldu; bu dediğinin peşine düştü. Fotoğrafın “makinenin çektiği birşey değil, fotoğrafçının yaptığı bir şey” olduğunu kavradı. Kısaca, hayatına “fotoğrafça bir anlam katma” peşinde bir fotoğraf meraklısı.

1 Yorum

  1. Merhaba Levent Hocam,
    Heykeller ne güzel çağrışımlar yaptırmış size. Okurken acaba gerçek hikayeleri nedir diye düşündüm. Sonra dip not sürpriziyle merakım giderilmiş oldu.
    Ellerinize sağlık.
    Saygı ve sevgilerimle

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Kültür Sanat

Dünyayı Kim Kurtaracak?

Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu’ndan Zeynep Yılmazoğlu   https://instagram.com/zeynepyilmazoglu  tarafından yayına hazırlanmıştır. . . .…

Bir Zamanlar Anadolu’da…

Fotoğrafçının Doğuşu Bir zamanlar gençtik. Nedensiz bir evrensellik peşindeydik. Batı ne yapıyorsa biz de onu yapmak…

Oedipus Kompleksi ve Fotoğraf

Okuyucu, edebi bir metinde anlatılanları kendi bilgisi, düşünce ve hayal dünyası, kültürü ve çevresel şartları içinde…