Kaç yaşında olursak olalım, hangi meslekten, milletten, cinsiyetten olursak olalım, siyasi ya da felsefi hangi görüşü benimsemiş olursak olalım, nerede ve neyin tarafında olursak olalım, sahip olduğumuz ya da olmadığımız tüm sıfatlara, yaptığımız ya da yapmadığımız şeylere dair “neden?” sorusunu sorduğumuzda vereceğimiz cevabın doğru ya da geçerli oluşu her zaman tartışmalıdır. Çünkü bizi biz yapanlarla bugün biz biziz, oysa bugüne başka bir yoldan gelseydik başka biri olacaktık. Bunun ne önemi var? Bence hiçbir önemi yok. Ama asıl mesele şu ki: bugün “ben” dediğiniz şeyin de hiçbir önemi yok. Ben dediğimiz şey, egolarımız ve hırslarımızla var oluşuna kavuşmuş bir şey sonuçta. “Ben”i var eden, sahip olduğumuz, kaybetmemek ve asla vazgeçmemek için çırpınası bir savaş verdiğimiz şeylerin de-ki çoğu zaman kolayca mutlu olabileceğimiz şu hayatta mutsuzluklarımızın temel sebepleri bunlar değil mi?- pek önemi olmamalı bu nedenle.
Peki önemli olan ne?
Uzun yıllardır tanıdığım fotoğrafçı dostum Murat Pulat ’ın onu tanıdığım bu yıllar boyunca “gerçek” kavramını farklı açılardan ve farklı bağlamlarda inceleyerek ortaya çıkardığı fotoğraf projelerini de benzer bir arayışın, “neden?” ve “peki önemli olan ne?” sorularına cevap arayan bir yolculuğun sonuçları olarak görüyorum. Tüm projeleri insana dair: İnsanın varoluşuna, kimliğine, anlamına, özüne dair… Diğer yandan, inşaat sahalarından İstanbul’un bizzat kendisine, sokaktaki insandan bir mahallenin yaşamına yönettiği objektifi, kadrajladığı ne olursa olsun hep tek başına bir sözcüğün, sonunda soru işareti olan bir sözcüğün peşinden gidiyor: Gerçek?
Bu “Gerçek?”te “ne, neden, nasıl” gibi sözcükler yok. Çünkü “Gerçek?” bazen bir soru olabilir, ama olmayabilir de. Fotoğrafçı için soru içeren bir fotoğraf, izleyici için cevabın ta kendisi olabilir. Ya da tam tersi. Her birimiz o “Gerçek?”in çevresinde dolanıp duruyoruz işte. Hayat…
Katıların Sıvı İçindeki Halleri
Son çalışmalarından biri olan Katıların Sıvı İçindeki Halleri*’nin fotoğraflarına baktığımızda aklıma ilk gelen soru “Ama aslında biz kimiz?”. Bize dair “gerçek”in ne olduğunu, suyun altında bin bir farklı anlama gelecek yüz ifadelerimize bakıp sorguluyor gibiyiz, fotoğrafçı olarak da izleyici olarak da.
Bulunduğumuz çağda artık her birimiz maskelerimizle günlük yaşamımızı sürdürüyoruz. İnkâr edin etmeyin kaçınılmaz biçimde bu böyle. Çoğu zaman taktığımız maskelerin farkında bile olmayabiliyoruz zaten; sermaye düzeninin dünyanın her bir hücresine nüfus ettiği bu çağda bize ait bir bilinç ve farkındalıkla tercih ettiklerimizi değil, bizim sandığımız ama aslında bizim olmayan, sistemin başka seçenek bırakmadığı tercihlerimizle yaşamlarımızı sürdürüyoruz. Telefonlarımızdan arabamıza, evimizdeki eşyalardan kıyafetlerimize, sosyal çevremizden yediğimiz içtiğimiz şeylere, her şeyi içine alan tercihlerin hangisi gerçekten bize ait? Peki bunlar için ödediğimiz bedel? Böyle bir sistemin içinde iş yerinden evimize, yakın ya da uzak çevremizden sokakta yanından geçip gittiğimiz hiç tanımadığımız insanlara kadar, herkese karşı farklı farklı maskelerle yaşıyoruz. Bazen kendimize karşı bile kullandığımız maskelerle. Ve yine kaçınılmaz biçimde o maskelerin hepsinin toplamıyız… Aynaya baktığımızda ne zaman gerçek kendimizle karşılaşıyoruz?
Hangi maskeyi taşıyoruz acaba?
Peki boyumuzu geçen bir suya atladığınız ilk saniyelerde kimiz biz? Bedenimizin tamamen suyun içine girdiği, rahatça nefes alıp verdiğimiz bir ortamdan koptuğunuz o ilk saniyelerde hangi maskeyi taşıyoruz acaba? Maskesiz kaldığımız yegâne anlar olabilir mi suya ilk atladığımız anlar? Olabilir. Çok yüksek bir olasılık bu. Sistemin dışına çıktığımız yegâne anlardayız çünkü. Her şeyin tamamen dışında bir yerdeyiz. Yalnızız. Katıksız bir yalnızlık. Katıksız bir kopuş. İlk doğum anı gibi bir boşlukta kalmanın tedirginliği ile saniyeler sonra tekrar nefes alacağımızı bilmenin rahatlığı arasında, sadece kendimiz olabileceğimiz ve sadece kendimizle baş başa kalabileceğimiz yegâne anlar toplamı.
Katıların Sıvı İçindeki Halleri’nin fotoğraflarına tek tek baktığımızda, aslında çok garip ve çok anlamsız ifadelerin var olduğu kareler bunlar, ama asla garip ve anlamsız gelmiyorlar, aksine her birine karşı yakınlık duyuyoruz, hiçbiri uzak değil. Neden? O birkaç saniyede ortaya çıkan yüz ifadelerinin hepsinin, fotoğraftan izleyiciye ulaşan, öncelikle tek bir ortak duygusu var: özgürlük. Özgürlüğün bedeli ise: nefessizlik.
Suyun altındaki anlara ait tüm fotoğraflar belki de en çok yaşamın bir çelişkiler toplamı olduğunun altını çiziyor: özgürlük tutsaklık, yaşam ölüm, gerçek sahte, mutluluk mutsuzluk, …
Peki “gerçek”in peşinde varacağımız yer neresi olacak? Fotoğrafçı için ya da izleyici için? Katıların Sıvı İçindeki Halleri bir varış noktası söylemiyor izleyiciye, fotoğrafçı arayış yolculuğuna katılmak isteyen izleyicileri ortak ediyor. Yaşam, yolculuğun kendisi. “Gerçek?” varlığını sürdürdüğü için yaşamın bir anlamı var. Önemli olan da bu değil mi?
* Katıların Sıvı İçindeki Halleri (Solids in Liquid Phases) 03-28 Şubat 2020 tarihlerinde Basel’de Galerie Du Palais Du Conseil De L’Europe adresinde sergilenecektir.
Şule Hanım’ın yazılarının sıkı takipçisi olarak posta kutuma bilgi mektubu düştüğünde okumayı ertelemek olmazdı. Şimdilik sadece yazıda yer alan örnek fotoğraflarla yetineceğiz. Öyle görünüyor.
Yazının içeriği ve dili olarak söyleyebileceğim bir şey yok. Şule Hanımın her yazısı gibi su gibi akıp bir çok fikir arasında gidip gelmemize neden oluyor. Bu da yazıyı tekrar tekrar okuma ihtiyacı doğuruyor.
Sevgi ve saygılarımla
Okyar bey, çok teşekkür ederim.
merhaba,
çok teşekkürler.
hem bir fotoğrafçıyı bir ucundan tanıdım, hem bir projesinden haberdar oldum, bir tutam tattım…
ve hem de, sizin bu fotoğraflar üzerinden izlenimlerinizi, çağrışımlarınızı, düşüncelerinizi zevkle okudum…
sahiden de, “ama aslında kim(ler)iz biz?”
esenlikler,
levent
Çok teşekkürler Levent Bey.