Bu kadar iddialı mı bu iş? Bilmiyorum. Aytaç Togay’ın İki Kale Arasında yer alan fotoğraflarına bakarken ve düşünürken ve sorgularken, ve birileri ile fotoğraflar üzerine konuşurken karşıma çıkan bu sözün doğruluğu ya da yanlışlığına dair hala kesin bir fikrim yok. Ama bu süreçte bu sözün ne kadar önemli ve ne kadar derin anlamlar içerdiğini fark ettim.
Futbol tutkusunun bütün dünyayı saran o sarsılmaz tahtını hiçbir zaman anlamadım. Çocukluğum boyunca, evde futbol maçı izlenecekse babamın iki saat boyunca ekrana bağırması, tuttuğu takım yenilirse bazen birkaç gün kimse ile konuşmamasını hiç anlayamazdım. O Beşiktaş’ı tutuyor diye yıllar boyunca, sanki sorulduğunda cevap veremezsem eksik kalırım hissi ile, “Beşiktaşlıyım” dedim soranlara. Sonra sonra anlamsız geldi bir futbol takımı taraftarı olmak, tarafını tutacağım o kadar çok konu varken. Diğer spor dalları ile ilgilenmeye başladığımda da, özellikle Türkiye’de, neden futbol dışında hiçbir spor dalına yeterli ilgi ve desteğin verilmediğini de anlayamadım yıllarca.
Evet, “iş”in içinde dönen devasa rantın her şeyin müsebbibi olduğunu görüyordum ama o devasa rant neden başka bir alana hiçbir şekilde bulaşmıyordu? Çalıştığım büyük bir kurumsal firmada, ciddi ciddi masalarında çalışırken, tuttukları takım şampiyon olunca kutlamalar için varını yoğunu veren kendinden geçen insanları izledim hep şaşkınlıkla. Her konuda sınırlayıcı kuralları olan şirket yönetiminin ise bu kutlamaların her türlü aşırılığına anlayış gösterişini de… Benim kişisel açıklamam çok basit: tüm bunlar kapitalizmin ve kitleleri yönlendiren büyük sermayenin büyük başarısından başka bir şey değil. E insanlar da buna “ok” diyorsa sürsün gitsin. Hemen üzerime gelmeyin, o kadar basit olmadığını öğreniyorum yavaş yavaş…
Taraftarlık
İş güç hayat mücadelesi derken, zaman içinde bu taraftarlık işinden de futbolun anlayamadığım o dolu dizgin dünyasından da uzağa düştüm. İşin felsefesi ile de ilgilenen birkaç futbolsever arkadaşımla yaptığım sohbetler, dünya çapında başarılı olmuş bazı futbolcuların yaşam öyküleri, Gezi sırasında futbolseverlerin dayanışması, hele de Çarşı’nın sık sık boğazımı düğümleyen mücadelesi (tuttuğum takım sorulduğunda Gezi’den beri Çarşı diyorum) sayesinde futbola olan olumsuz duygularım zaman içinde yumuşadı. Ama hep uzak kaldığım bir konu oldu.
Aytaç Togay’ın Aralık 2020’de yayımlanan fotoğraf albümü İki Kale Arasında bana ulaştığında futbol ile ilgili uzun zamandır bende kapalı olan sayfalar bir anda açılıverdi. Meğer ne doluymuşum. Tabii bu uyanışta Aytaç Togay’ın ve hayranlıkla incelediğim kitabının payı büyük, elimde okunmayı ve incelenmeyi bekleyen onlarca kitap arasından beni kendine çekiverdi.
Fotoğraf
Aytaç Togay ile tanışıklığımız sanırım 2006 yılında onun bu projeye başladığı dönemlere denk geliyor. Bizi bir araya getiren ve uzun yıllardır, sık görüşemesek de arkadaşlığımızın sürmesini sağlayan bağ fotoğraf oldu hep. İyi fotoğrafçılarla (“ünlü” değil “iyi”) arkadaşsanız biliniz ki sohbet konularınızın ana konusu hiçbir zaman fotoğraf değildir. Fotoğraf dışında her şeydir. En başta hayatın kendisidir. O hayatın içini dolduran en basit sevinçlerden en büyük acılara, yanından geçip gittiğimiz şeylere, bireysel olduğu kadar toplumsal ya da dünya çapında dert edinilen meselelerdir. Eğer birileri ile sürekli içinde “fotoğraf” geçen cümlelerle konuşuyorsanız, bence fotoğrafa dair hiçbir şey konuşmuyorsunuz demektir. Öyle ortamlardan hep uzak durdum.
Lafı uzatıyorum belki ama neden İki Kale Arasında’nın beni bu kadar etkilediğini anlatmaya çalışıyorum.
Aytaç Togay’la nadir görüşmelerimizde, ikimizin de bulunduğu arkadaş ortamlarında hiçbir zaman fotoğrafa dair iddialı laflar ettiğini, ne tür fotoğraflar çektiğine ve nasıl çektiğine dair cümleler kurduğunu duymadım. Ama dillendirmese de fotoğrafın yaşamının önemli bir parçası olduğunu, zamanının büyük bölümünü ilgilendiği konularda fotoğraf çalışmaları yaparak geçirdiğini, ‘sessiz ve derinden’ gittiğini tahmin ediyordum. Bu çalışmaya dair hiç konuşmamış olsak da, açıkçası bir gün karşıma uzun bir zaman ve büyük bir emek harcayarak gerçekleştireceği sıkı bir proje ile çıkacağını biliyordum diyebilirim. Beni yanıltmadı. Yaşamda ve fotoğraftaki duruşu ile beni hiç yanıltmayan çok sevdiğim iyi fotoğrafçılarımdan biri Aytaç Togay.
İki Kale Arasında
İki Kale Arasında, Aytaç Togay’ın 2006 ile 2016 yılları arasında sürdürdüğü projenin fotoğraflarından oluşuyor. Togay kendisine futbolun amatör takımlarının dertlerini dert edinmiş. On yıl boyunca onların hayatını belgelemeye çalışmış. Evet konu futbol ama aslında bu fotoğraflarda hayatın bizzat kendisini tüm çıplaklığı ile görüyoruz. Beni bu projeye çeken en önemli özellik bu.
İki Kale Arasında’nın fotoğraflarına tekrar ve tekrar bakarken, evet futbola haksızlık ettiğimin farkına vardım. Kitabı incelerken aklıma geçen yıl yayımlanan, Can Güçlü’nün hazırladığı Tarihe Yön Veren Yüz Sporcu isimli kitapta birçok futbolcunun okuduğum biyografileri geldi. Dünyanın en ünlü, en başarılı futbolcuları da şu fotoğraflarda gördüğüm amatör takımlardan bugünlere gelmişti. Hemen hepsi bir insanın kaldıramayacağı ağırlıktaki maddi ve manevi zorlukları çocuk yaşlarında göğüsleyip o büyük başarılara imza atmışlardı. Tüm başarılı sporcular gibi. Tarihe Yön Veren Yüz Sporcu, farklı spor dallarından 100 sporcunun hikayelerini bir araya getirmiş bir kitap. Kitapta yer alan tenisten yüzmeye, bisikletten okçuluğa onlarca farklı spor dalının sporcuları ile bugün saygı ve sevgi ile andığımız büyük futbolcuların arasında hiçbir fark yok, hepsi başarıya giden yolda temel ortak özelliklere sahipler. En temel özellik: çalışmak, çalışmak ve çalışmak… Şaşaalı hayatları ile bizim sürekli görmek durumunda kaldığımız futbol ve futbolcular, sürüp giden bir düzenin, devasa bir rantın sembolleri sadece.
Studium ve punctum
Fotoğraf, kadrajın içinden çok dışını gösterir. Roland Barthes’ın “studium” ve “punctum” meselesi. İki Kale Arasında, ilk baktığınızda size ışığı az, kasvetli, bakımsız, umutsuz, çaresiz ve tüm bunların ötesinde en çok da yoksul bir futbolu gösteriyor. Elbette birçok kurumun himayesinde hayatını daha iyi koşullarda sürdüren amatör futbol kulüpleri de var. Togay, objektifini daha ziyade imkansızlıkların içinde inatla hayatta kalmaya çalışan amatör kulüplere çevirmiş. Fotoğrafçı dostlarımla İki Kale Arasında fotoğrafları üzerine sohbet ederken, Murat Pulat söyledi bu cümleyi: “hayat futboldur, futbol da hayat”. Önce çok iddialı ve abartılı gelmişti. Fotoğraflara baktıkça bu cümlenin barındırdığı gerçeklik ve derinlik büyümeye başladı içimde. İki Kale Arasında’ki fotoğraflara ilk baktığımızda bile “studium” dediğimiz şey futbol değil, bu fotoğrafların “studium”u bile hayatın kendisi, ya “punctum”u?..
Bu fotoğrafların dünyasına girdiğimde en dikkatimi çeken şeylerden biri bu dünyanın baştan başa eril oluşuydu. Kadınlara yer yok bu dünyada. Fotoğrafların hiçbirinde kadın yok, kadına dair bir iz de. Birkaç tabelada muhtemelen genç sporcuların dışa vurmak istediği duygularının eseri olarak yazılmış birkaç isim, yine eril dünyanın gelecekteki aktörleri olmaya aday çocukların eseri… Bu durum fotoğrafların kasvetine ekleniyor. Togay, teknik tercihlerini fotoğraflarda söylemek istedikleri doğrultusunda kullanmış: basında ve sosyal medyada olağanüstü estetize edilmiş biçimde sunulan fulbol dünyasının tersine, teknik olarak estetize edilmiş hiçbir kare göremiyoruz bu çalışmada. Togay doğrudan bu hayatın içinden soyutlayarak fotoğraflarına almış estetiği. Işık ve kompozisyon tercihleri fotoğrafların kasvetini güçlendiriyor. Togay sanki aydınlık ve umudu, fotoğrafların daha doğrusu hayatın içinden izleyicinin çıkarıp bulmasını istemiş, çalışmanın tüm fotoğrafları izleyici ile böyle bir etkileşim içinde diyebilirim. Fotoğrafçı, tespitler halinde, insanlık hallerine dair izleyiciye söylemek istediğini söylemiş, izleyiciye yorumda bulunabileceği geniş alanlar bırakmış.
Amatör kulüp oyuncuları
Gelecekte o ünlü ve zengin futbolculardan biri olmanın hayali ile dağınık ve salaş bir soyunma odasında oturmuş çocuklardan birinin yüzündeki belli belirsiz bir gülümseme. Karşılıklı sıra olmuş idman yapan her bir çocuğun duruşunda hissedilen geleceğin o ağır yükü. Nispeten temiz bir duş ve tuvalette bir çocuğun saçını düzeltişi. Duvara asılmış formaların dile gelmek ister halleri, ki zaten çok şey söylüyorlar dinlerseniz… Sanki bir kenarda unutulmuş gibi duran bedbaht bir yedek kulübesinde, üzerlerinde bedbaht bir battaniye ile sıralarını bekleyen çocukların yine gülümseyen yüzleri. Ankara’nın kutu kutu gecekondular ile süslenmiş gibi duran tepeleri birçok fotoğrafın arka fonunu oluşturuyor; fotoğraflardaki hayat mı o tepeye yaslanıyor, o tepenin evleri mi bu hayata… Fotoğraftan fotoğrafa geçtikçe izleyici bu dünyaya yakınlaşıyor. İyi fotoğraflar, sizi konuya yakınlaştırır, en uzak olduğunuz konulara bile… İzleyici olarak, amatör kulüp oyuncularının duygularına ortak olmaya, sadece fotoğrafçının değil, onların gözünden de bu dünyaya bakmaya başlıyorsunuz.
Hayatın her anı, koşullar ne olursa olsun, ironisi ile vardır. Bunu görme de maharet ister. İncecik bir ironi de İki Kale Arasında fotoğraflarına eşlik ediyor. İçinizi de sızlatan bir ironi… Derme çatma tek katlı yapıların ve çatıların arasında üzerine “türübün girişi” yazısı çivilenmiş iki zavallı kütük. Bir ressamın tuvalinde olsa sanat eserine dönüşecek desenler ve renkler barındıran bakımsız sağlık odası kapıları ve duvarları. Yiyecek içecek satanların duruşları…
“hayat futboldur, futbol da hayat” bu fotoğrafların “punctum”una dönüşüyor benim için…
Evet cevabını biliyorum ama bildiğim halde yine de inatla içimde bir soru isyan ediyor, Aytaç Togay’ın fotoğraflarına her baktığımda bu soruya birilerinin yanıt vermesini istiyorum çaresizce: Bu ülkede büyük kulüplere bu kadar devasa paralar harcanırken neden amatör takımların büyük çoğunluğu bu kadar yoksulluk ve imkansızlıklar içinde var olmaya çalışıyorlar? Neden!
Necati Sofuoğlu
Kitabın giriş yazısında Aytaç Togay, proje boyunca destek aldığı isimlerle zamanla nasıl dost olduklarından bahsediyor. Bu dostlardan biri Merih Akoğul. Fotoğrafları incelerken ara sıra Akoğul’un yorumlarını duyar gibi olduğumu söylemeliyim. Tanıl Bora da Togay’a bu süreçte destek olan isimlerden. Kitabın girişinde onun da harika bir yazısı yer alıyor. Togay’ın yazısında bahsettiği isimlerden biri de Necati Sofuoğlu. Togay’ın onun hakkında anlattıklarına bakarsak bence Türkiye futbolunun asıl kahramanlarından biri o. 30 yıldan fazla bir süredir Ankara amatör futbol dünyasına emek vermiş gerçek bir emekçi. Biz de ismini bu yazıda anarak saygımızı iletelim.
İki Kale Arasında, yıllar sonra takım tutmama sebep oldu: imkansızlıklar içinde imkansızı başarmaya azmetmiş bütün amatör takımların taraftarıyım artık. Togay, futbol ile ilgilenenlerin bile bilmediği bir dünyanın kapılarını aralıyor. Aslında çoğu insan ve kurum tarafından pek de bilinmek istenmeyen bir dünya. Ama işte İki Kale Arasında ile o kapılardan bazıları açıldı artık. Keşke imkân olsa bu kitap tüm büyük kulüplerin yöneticilerine, oyuncularına, koyu ya da açık taraftarlarına gitse. Olmasa da önemli değil. Yaşama bıraktığımız her ‘iz’in başka iyi şeylere neden olacağını düşünenlerdenim. Aytaç Togay çok kıymetli bir işe imza atmış. Kendisinin de kitabının da yolu açık olsun.
Editör notu : Aytaç Togay’ın fotoğraflarından oluşan “ İki Kale Arasında “ kitabı 14 Ocak 2021 Saat 20.00 de İFSAK TV’de . Aytaç Togay ile birlikte gerçekleştirilecek bu canlı yayına sorularınız ve yorumlarınızla katılabilirsiniz.
Yayın bağlantısı için : İFSAK TV
güzelmiş