Fotoğrafçı hangi teknik üstünlüğe sahip olursa olsun yaratıcılığını kurgulaması ve ortaya çıkarması düşünme yeteneğinin sınırsızlığına bağlıdır. Bu fotoğrafın tanımlanan her dalı için geçerlidir.
Önceden hazırladığınız bir hikâyenin veya bir konunun fotoğraflanması için sokağa çıkıldığında (İki tanım arasında söyleyebileceğimiz fark, hikâye birden fazla fotoğrafla ortaya konulmasına karşın konuyu tek bir fotoğrafla ortaya konulması olacaktır) önceden hazırlanan bir hikâye kurgusunun ve konunun avantajları yadsınamaz. Ancak göz ardı edilmemesi gereken olumsuzlukları aklımızın bir köşesinde tutmakta fayda var.
Bu yüzden “fotoğraf” tanımını düşünce seviyesine çıkartarak devam etmek uygun görünüyor. Burada John Berger’in Aslı Tohumcu ile yaptığı röportajda “…. Birdenbire fotoğraf çekmeyi bıraktım, çünkü orada olanı gerçekten kavramak yerine etrafta elimde bir makine ile dolaşıp, bir gözümle bakarak deklanşöre bastığımı hissettim. Son kırk yıldır fotoğraf makinam bile yok”. Fotoğrafı kavramak zihinsel bir işlem olarak düşünmeyi gerektirir. Dolayısıyla “gözümle fotoğraf çekiyorum” diyen kişi ciddiye alınması gereken bir ifade kullanmaktadır.
Bilginin tortusu olarak ön yargı
Düşünmek için gerekli olan her türlü bilgi “değerler dizisi (paradigma)” oluşturacaktır. Bu, bilginin kendi kendine elde edilmesi ya da dışarıdan verilmesi durumunda değişmeyecektir. Öğrenilen ve öğretilen her şeyin düşünce evreninde sınırlar oluşturması kaçınılmazdır.
Halbuki insan bilgisi arttıkça düşünme evreninin sınırlarının kalkacağını tahmin eder. Olması gereken de budur aslında. Zihnin bunu becerebilme kudreti de vardır. Da uğraşmak emek vermek gerekir.
Yine kısaca fotoğrafa dönersek 35 mm bir makine kullanıyorsanız fiziksel olarak 24 mm*36 mm bir dikdörtgenin dışına çıkamazsınız. Bu fotoğrafçıya makine üreticisinin sunduğu paradigmadır. Fotoğrafçı hikâyeyi ya da konuyu bu alana sığdıracaktır.
İşte ön yargı, zamanla değerler dizisinin duygusal ifadelere ve kavramlara dönüşmesi olarak ortaya çıkar. Artık bilginin eşliğinde güzel-çirkin, iyi-kötü, doğru-yanlış, işime yarar- işime yaramaz, sevimli-sevimsiz değerlendirmeleri gündeme gelmeye başlayacak.
Bir lüks lokantada olduğunuzu -hala hayal olarak bile gidebiliyorsanız tabii- hayal edin. Garsonu çağırıyorsunuz ve “bir şişe üşütük su” istiyorsunuz. Muhtemelen “soğuk su” demeyi tercih edersiniz. Ancak dört yaşındaki bir çocuk annesinden “üşütük su” isteyebildi. Annesi de üşütük suyu biraz ısınmış suyla paçal yapıp verdi. Tahmin ettiğiniz gibi çocuk daha “sıcak-soğuk” değerler dizisinin baskısı altına girmemişti.
Değerli sanatçı Ali Poyrazoğlu’nun bir tiyatro oyununda (hafızam yanıltmıyorsa “Ödünç Yaşamlar” idi) akıl hastanesi sahnesinde bir hasta diğerinin etrafına bir daire çizer ve ona “burada hapissin” der. Dairenin içindeki ise gelen doktorun her türlü çabasına rağmen çırpınarak ve ağlayarak buradan çıkamayacağını anlatmaya çalışır. Yönetim danışmanlığı yaptığım dönemde ne anlatılmak istendiğini bilmemle birlikte seyircilerin komik bulup gülerek alkışlamaları bende hayretler uyandırmıştı. Ancak sahnede oyuncu bunu rol olarak ezberleyip yapıyordu. Gerçek hayatta böyle olması düşünülemezdi elbette.
Bir şirketteki eğitimde konuya bağlı olarak katılımcılara bir deneysel öğrenme (pratik yapma) faslında yere bir daire çizdim. Katılımcıların daire içine girerek uzanma mesafelerin biraz ilerisindeki bir şeyi almalarını istedim. Katılımcılara söylediğim tek şey “bu daire sınırdır” ifadesiydi. Yaptıkları denemelerde tabii ki hiçbiri uzanarak alamamış ve dairenin çizgilerine basmamaya özen göstermişlerdi. Hep birlikte yaptıkları itirazla bana “alınmıyor siz yapın da görelim” dediler. Dairenin içine girdim, hiç uzanmadan bir adımda dairenin dışına çıkıp o şeyi elime aldım. Hepsi hayretler içindeydi ve yüksek seviyede itirazlar devam ediyordu: ama dairenin dışına çıktınııııııız… Şunu sordum: size daire ile ilgili ne söylediğimi hatırlıyor musunuz? “Evet, dairenin sınır olduğunu” söylediniz. Size dairenin dışına çıkamazsınız dedim mi? Hayır. O zaman neden dairenin içinde kalmaya devam ettiniz? Sizden o şeyi almanızı istemiştim. Hepsi şaşkınlık içindeydi.
İşin özeti şuydu: eğer bilginin paradigma oluşturmasına izin verirseniz bu daire gibi sizi çevirecek ve içinden çıkamayacaksınız.
İşte düşünme eylemi sınırları belirleyen değerler dizisi içinde kısır bir döngü içinde kalacaktır. Bunun zaman içinde düşünme özgürlüğünü de kısıtlayan bir durum ortaya çıkarması kaçınılmazdır. Fotoğrafçının farkındalığı bu sınırları ortadan kaldırmaya ya da en azından genişletmeye fayda sağlar.
Bir bilmece: elinizde bir çay bardağı, bir sürahi ve bir kova var. Banyoda dolu küveti nasıl boşaltırsınız? Cevap yazının sonunda yer alıyor.
Algının seçiciliği
Düşünme eylemi, fotoğraf için aranan hikâyeyi ve konuyu değerler dizisi eşliğinde ele almaya başladığında algı yoğun bir şekilde bunlara odaklanmaya başlayacaktır. Eğer ayakkabı boyacılarını fotoğraflamak için yola çıkıldıysa fotoğrafçının gözünün arayacağı da bu olacak ve etraftaki diğer olaylara duyarsızlaşmaya başlayacak ve düşünme sistematiği zihni buna yönlendirerek gözün “ayakkabı boyacıları” na ve ilgili şeylere odaklanmasına ön ayak olacaktır.
1999 yılında Harvard Üniversitesi Psikoloji Bölümünden Christopher Chabris ve Daniel Simons “Selective attention Test/ Seçici dikkat testi” diye bir deney yapmayı planlarlar. Deneyin adın “The invisiable Gorilla” dır. Deney şudur: Deneye katılanlara, siyah ve beyaz tişört giyen iki grup insanın basketbol topu ile paslaşmalarını içeren kısa bir video izletiliyor. Bu kişilere, takımlardan birinin yaptığı pasları saymaları veya yerden sektirilerek verilen paslara karşılık havadan yapılan pasları saymaları isteniyor. Deneyin, videosunu izleyip kendinize uygulayabilirsiniz. Ardından katılımcılara bu dört soru soruluyor;
- “Pasları sayarken olağan dışı herhangi bir şey fark ettiniz mi?”
- “Oyuncular dışında başka bir şey fark ettiniz mi?”
- “Oyuncular dışında başka birini fark ettiniz mi?”
- “Videodaki gorili fark ettiniz mi?
Son soru, görünmez goril deneyine katılan gönüllülerin en fazla şaşırdıkları sorudur. En azından katılımcıların %58’i böyle düşünüyor. Deney ne kadar yapılırsa yapılsın, görünmez goril konusunda şaşıran insanların oranı yaklaşık olarak aynı seviyede kaldığı görülmüştür. Evet, videoda gerçekten de bir goril bulunuyor. Ancak bu videoyu izleyen insanların yarısından fazlası gorilin farkına varmıyor.
Bu deney yaygınlaştıktan sonra videonun başka bir versiyonunda gorili görenlerin sayısı artmaktadır. Ancak bu sefer de gorili görenler arka duvarın renginin değiştiğini görmemektedirler. Ve zaman içinde bu deney birçok farklı versiyonlarda uygulanır. Eğer “ben gorili görüyorum” diyorsanız bir de şu deneye katılmanızı öneririm: Youtube
Fotoğrafçının zihninde konuya odaklanmak gibi algılanan durum bir yandan da düşünme eyleminin sıkışıp kalmasından ibarettir. Konuya odaklanmak, konu üzerinde kapsamlı ve detaylı düşünmeyi gerektirir ve konuyu birçok farklı açıdan ele almaktır. Bunun için düşünme eylemini kısır döngüden çıkaracak ön hazırlık daha doğrusu kısır döngüye neden olacak tuzakların bilinmesi ve önlenmesi gerekecektir.
Ve son olarak eğlencelik bunu izlemenizi öneririm: Youtube
Görünenlerin alışkanlığı ve sıradanlaşması
Her günkü hayatın şu fenalığı vardır ki, insanın ilgisini her günkü hayatın dar gereksinmelerine toplar.
Mavi Sürgün – Halikarnas Balıkçısı
İçinde bulunduğunuz ortam, yaptığınız işler, birlikte olduğunuz insanlar, şeyler bir süre sonra sıradanlaşmaya başlar. Alışılır. Bu aynı zamanda “sanayi körlüğü” dediğimiz durumla özdeşleşir. Artık yapılan hatalar, üretim düşüklüğü, ergonomik olmayan davranışlar sıradanlaştırır ve görünmez olurlar. Firma yönetimleri sırf bu yüzden çalışanlar ve özellikle yönetim kademeleri için işyeri dışında etkinlikler seminerler düzenler, fuarlara ve başka firma ziyaretlerine gönderirler. Akıllı yönetimler işçileri de bu oryantasyona dahil ederler.
Fotoğrafçının çekim için girdiği ortamda bir süre (bu süre herhalde ortama göre değişiklik gösterecektir) kendisini görünmez hale getirmesi tavsiye edilir. Bir yerde fotoğrafçı ortamın deviniminde “görünmez goril” haline gelmek isteyecektir. Yurtdışında bir ülkeye gittiğiniz anı hatırlayın. Her şeye ilgiyle bakar her gördüğünüzü unutmamak üzere hafızanıza kaydetmeye çalışırsınız. Aynı şey yaşadığınız şehre döndüğünüzde de olur. Yeni şeyler görüp fark etmeye başlar insan. Her iki durumda da ortamdaki insanların gördüklerinden farklı şeyleri görmeye başlarsınız.
Cevap: küvetin tıpasını çekersiniz
Bize Ulaşın