Yaşadığımız çağda okumalarımızı neye göre yaparız? En başvurulan ‘önceki’ ve ‘sonraki ’kavramları yalnızlaştıran kavramlardır. (Jean-Pierre Jeunet filmi Amelie’de bunu kıran örnekler vermektedir ve zaman dışı olmanın örneklerini yine zamanı kullanarak vermiştir…)
Fotoğraf indirgenmiş okumanın çoğaltılması olduğuna göre, bu kavramlar (önceki – sonraki) bütünleyici, ayrıştırıcı, belirleyicidir ve nihayet tanımlayıcıdır her şeyden önce. Ancak bu durum kategorikleştirmeci bir tavrın fotoğrafla buluşmasındaki en öncelikli isteği doğuran da bir olgudur. Kendi hayatlarımızın, ‘bir ardışık düzen içerisinde’ dayatılmasından ortaya çıkan, alışkanlıklarla dolu ‘bakış’ da bundan nasibini alır çoğu kez. Jacques Derrida “zamana farklılık göstermeyi ve yaşanan olayların ötesine taşabilmeyi; “güzel – kışkırtıcı – yüce ve gerçek” bulur. Edinilmiş bilgiler kullanılarak yapılan okumalar, bilgilerimizin sağlamasını yapabildiğimiz buluşmalarda yalnızca kendini tanımlar ve bizi doğrulama yolunda ilerler. Okuduğumuz yapıt, her bakımdan kendini belirleyen, yaşadığı ‘an’a yer açan, değerlendirmeleri yanıtlayan, ‘kendini bilen’ bir yapıt olma özelliğinde olduğunda; ‘haz verici’dir. Ne var ki ‘nefes kesen’, ‘allak bullak eden’ yapıtlar, hep yepyeni kriterleri işaretleyen, algılanmasında yabancılık çekilen ‘buluşlar’da ortaya çıkar. Sanat, amaçlamamalıdır. Böyle olduğunda yalnızca kendine bir ‘yer’ ve bir ‘an’ arayışında perspektif bulacaktır. İşte fotoğrafın serüveni tam da bu noktada keskinleşir. Zamana karşı yine zamanla iç-içe olan görüntü yaratma yöntemleri, ‘cüce’ bir düşünce ile ‘ışığın yazısı’ olgusuna kendini fazlaca kaptırmış olmayla kesişir en çok da! Ardından diğer bir zorluk da yine zamanın pençesine düşmekle gelir ve yapıt cılızlaşır. Tek bir kare fotoğraf çekme adına yapılan eylemde, zamanın içinde yer açmak hedeflenir öncelikle, ardından ona yapılan bütün okumalar da zamana referans verir ve “… o an” denir. Resim sanatında-boyanın içinden, ressamın “o andaki” hareketlerini gören göz, fotoğrafta ‘taşınan-zamanın’ içinden bir ‘hareket’ ve ‘özgünlük’ arar. Ya da Cézanne’nın resim yapmaya olan deyişiyle;
Dünyanın yaşamından bir an geçer!
Zihinde beliren bütün bilindikler ile örtüşen her şey, yaparken tersine dönüşerek çalıştığında ancak yapıt için bir şeyler söylemek anlam kazanır. Öte yandan üretirken ‘unutulmuş’ zaman “görünenin imgesini yaratmak” olarak yoğunlaştığında-silindiğinde, her bakana kendi kurallarını koyan tavrıyla gelir. John Berger ‘görüş’ün iki yanlılığından söz eder ve artık sözü aydınlatan da ‘imge’nin kendisidir…
Fotoğraf başlı başına bir kanıttır aslında, ister görünen yapısındaki bütünlüğü ile ve isterse gizli kalmış, dışa taşmış bilinmez kısmı ile imgenin bir ortaya çıkarılış şeklidir. Görünenin içinden taşanlar, (güçlü ya da zayıf) bakan-gören-davranan göze ait değildir bütünüyle. Bütün bir geçmişe sahip biriktirmiş göz, bakan-kendini okuyan bir süreç içinde üretemez. Burada kanıt ve yüzleşme görüntüdeki düşüncelerin yapılanmasıdır. Yani bakışın kararlarını izleyip okuyandır. İmgenin içerdiği görselliğin kanıt olmayan özellikleri de kolayca ayrımsanamaz. Niyet ve yaklaşım açıkça duruyor olsa bile görünen yanıltıcı olabilir. Görmenin bütün gücü görüntüye yansımaz. Yansıtılmak istense de yansımaz. Görmenin gücü asıl onu kullanmaktan geçer. Aktarılanlar – geçirilenler zihinseldir. Süzülmüştür, aklın kavrayabildiği kadar iyi ve kötüdür. “Fotoğrafın aklıma yedirdiği şey (aklım tıka basa onunla dolu olmasa da) birlikteliğin yalın gizemidir…” demiştir Roland Barthes. Algının-görsel olana bu denli açık duruşu, imgenin işlenmesi en dolaysız hâlinin kanıtıdır bir bakıma. Ann Goldstein’in “Sanat hep bir şeylere olan tepkidir” görüşüne katılırsak, fotoğrafın içerdiği ve yapılandırılmasındaki en birincil özelliğin bu olduğuna da katılmalıyız. Böylece yapıt, kendine katacağı bütün birlikteliği oluşturabilecek bir yerdedir her şeyden önce; ‘görünmek ve görünenle birlikte olmak’
Peki, yaratılan onca yapıt ve birer metafor (gönderme) olmak üzere ortaya çıkıp sonsuz bir ‘karşılaşma anları’ olarak kendini mi tekrarlamaktadır? Görüntü, kendine ait gibi durmayı sürdürdüğünde, karşı karşıya geldiği her anda bu yinelenme eyleminin mekânıdır bir anlama. Kendi içine kapanan ve kendini çoğaltarak sonsuzlaştıran iki yanlı yolculuktur görüntü. Bu, “evrendeki her şeyin kesişmesi, gelişmesi, birbirlerine karışarak yok olması, ancak birbirlerini de bulması” gibidir. Fotoğrafın tuşesi, ‘delice’ gelse de; hayatın kendisini benzeterek, yok-oluş ve yeniden oluşun çoğalmalarıyla, doğadaki farklılıkları sorgulayan-görüntülerdeki benzerlikleri bulan, bunlar ile örtüşmenin-özdeşleşmenin keşfini yaşayan bakışın üzerine kuruludur.
Bize Ulaşın