Mezarlıklardan Tablolar/2: Heykeller ve Güvercinler

//

Mezarlıklar ölülerin kenti; barış, huzur dolu mekânlar. Mezarlıklar sakin sakin ölümlülük üzerine düşüncelere dalmaya davet ediyor beni. Ölüm üzerine derin derin düşünmeden hayatın değeri bilinebilir mi ki?

Tikhvin Mezarlığı: bir açık hava müzesi

St. Petersburg, Aleksandr Nevski Manasatırı içinde, Tikhvin mezarlığındayız. 19. Yüzyıl sonlarında çoğu İtalyan mimarlarca yapılmış iki yüzeye yakın anıtları, heykelleri içeren özel bir mezarlık. Adeta bir açık hava müzesi. Heykelleriyle, anıt mezarlarıyla ve güvercinleriyle. Evet, önce kumrularla karşılaşıyorum, cilveleşen, oynaşan kumrularla. Bir beyaz güvercin ile bir gezgin kaya güvercini karşılıyor beni ölülerden önce; güya bana eşlik edecekler, beni gezdirecekler, ama pek umurlarında değilim sanki. Öpüşüp koklaşıyorlar; kendi fıkırdaşmalarının lezzetiyle titriyor tüyleri.

Önce Dostoyevsky 1

Neyse, bir ara farkediyorlar beni, belki de tanıyorlar daha önceki gelişimden, “gel bakalım biz gezdireceğiz seni bu kez, öyle alıp başını avare avare dolaşmak yok buralarda, düş peşimize” diyerek, dosdoğru Dostoyevski’ye götürüyorlar. Gurur duyuyorlar onunla aynı mezarlıkta dolaşmaktan belli ki. “Bak şu adamın o vakur duruşuna, o derin bakışlarına. Sözlerinin gücüyle bütünleşen derin bakışlarıyla, yaklaşık yüzelli yıl öncesinden süzüyor ziyaretçilerini.” deyip devam ediyorlar: “Kendisinden sonra gelen birçok yazarı, düşünceyi, örneğin, Chekhov’u, Sartre’ı, Nietzche’yi, Solzhenitsyn’i; varoluşçuluğun, Freudçuluğun doğuşunu etkilediğinden haberi var mı acaba? Ya da yüzyetmişten fazla dile çevrildiğini eserlerinin.”

Dostoyevsky ile karşılaşma

Ziyaretçilerinin kimisi hafif bir gülümseme ile geçip gidiyor yanından, kimisi ağaç arkasında gizli, gizemli. Ama biri var ki çakılmış kalmış karşısında, sesleniyor ona: “Sen nasıl da hayatımı alt üst ettin; o dertsiz başıma dertler açtın, hayatımda fırtınalar koparttın. Hayatın anlamını sorgulattın gece gündüz ha bire bana. Aynı, kayıplar ve iniş çıkışlarla geçen kendi hayatında hissettiklerini bana da yaşattın işte. Bu muydu yani derdin? Biliyorum, çok zorluklar, hastalıklar, yoksunluklar, yasaklar, iç çatışmalar yaşadın hayatın boyunca. Biliyorum, yine de hayata, hayal ve gözlem gücüne sarıldın. 28 yaşında ölüme mahkûm edildiğinde, üç arkadaşın kuşuna dizildikten sonra sıra sana geldiğinde, son anda gelen bir emir ile ölümden kurtulduğunda ve yaşadıklarını daha sonra “Budala” romanında anlattığında yaptığın gibi. Ölüm döşeğinde, çocuklarına seslendiğinde ve psikolojik, felsefi, dinsel söylemlerinde, intihar, yoksulluk, ahlak, suçluluk, baba-oğul ilişkileri benzeri konuları ele aldığında ve insanın derinliklerini görme ve gösterme çabalarınla her koşulda yazmayı sürdürdün. Yazdıklarınla başarının, doyumun tadına da vardın. Belli ki senin içinde de fırtınalar kopmuş dağlar devrilmişti!” der gibi bakıyor bu adam Dosteyevski’ye. Duramıyor, seslenemeye devam ediyor: “Ah hakkında, Tolstoy’un, Einstein’ın, Freud’un, Kafka’nın söylediklerini, örneğin, Knut Hamsun’un ‘hiç kimse insanın karmaşık ruhsal dünyasını onun gibi çözümlememiştir’, deyişini duysaydın ne derdin acaba?”

Kimbilir, belki de, hiç bunlar geçmiyor aklından Dostoyevsky mezarı başında çakılı kalmış bu adamın; sadece bir gece önce okuduğu “Yer Altından Notlar”ın ağırlığıyla biraz dağılmış zihni; biraz şaşkın; meraklı ama hafif kızgın, endişeli; karmaşık duygular içinde belli ki…

Rus halk müziğinden tınılar: Borodin 2

Bu ziyaretin ağırlığını hafifletmek için sevimli işveli kumrularım, kendi ruh hallerine de pek uygun düşen romantik besteci Borodin’e götürüyorlar beni. Esas mesleği, tıp doktorluğu ve kimyagerlik olan ve organik kimya dalında önemli buluşları olan, müzikle boş zamanlarında zevk için uğraştığını söyleyen Borodin’e; “Orta Asya Steplerinde Senfonisi” ve “Prens Igor Operası”nın yaratıcısına; 19. Yüzyılın Rus Beşleri’nden birine.

Ben bu küçük ama güzelliklerle dolu anıtın ayrıntılarını, büstün arkasındaki parlak sarı levhaya “Polonez Dansları”ndan kazınmış notaları, elindeki müzik aletini, üstüne düşen türlü çeşit yeşillikleri incelerken, kumrularım da kendi dünyalarının fıkır fıkır oynaşlarında tabii. Bu kez ak güvercin almış sazı eline.

Dans eden yabanarısı: Korsakov 3

Ardından “Rus Beşleri’nin bir diğer temsilcisi Korsakov’u ziyaret etmeden olmaz” dediler, uçurdular beni “Şehrazat”ın ve tabii “Yaban Arılarının Dansı” ve “İspanyol Kapriçyosu” süitlerinin yaratıcısının yanına. Bahriye subayı olarak gemilerde yaşıyor, çoğu bestesini yazdığı uzun deniz yolculukları yapıyor; denizlere hayran. Bestelerinde nefeslilerle dile gelen rüzgâr ve dalga sesleri, kumruların kuğurtusuna, iniltili gu gu guuk seslerine karışıyor. Beyaz mermerden, alışılmışın dışında yuvarlak bir zeminde kabartmalarla süslü adeta bir yelkenliyi andıran mezar anıtının başında.

Bakışları gökyüzü ile komşu: Tchaikovsky 4

“Güneş batmadan Tchaikovsky’yi görmelisin” dedi kumrularım uçuşup bulutlara karışırken yanımdan. “Bak, meleklerle sarılı nefis bir anıt heykeli var burada. Bakışları gökyüzü ile komşu.”

Ömrünün son yılında, “Altıncı Senfoni”sinin galasında orkestrayı yönetiyor. Bu senfoninin adı “Pathétique”; İngilizce’de, “zavallı, acınası” anlamına gelirken, Rusça’da, daha çok “tutkulu” anlamı taşıyor. Bu senfonin son bölümü için “varlıkla yokluğun ya da müzikle sessizliğin sınırında” 5 yorumu yapılıyor. Yaşamının son eserini yönettikten altı gün sonra 53 yaşında St. Petersburg’da ölüyor. Tikhvin mezarlığında, Borodin, Rimsky-Korsakov, Mussorgski, Glinka ve Balakirev gibi yakın besteci arkadaşlarıyla birlikte sonsuzluğa karışıyor.

Mizah yüklü romantizm:Mussorgsky 6

Evet, kumrularım Rus Beşleri’nden (“moguchaya kuchka; güçlü demet”) bir diğerine götürüyor beni, Modest Mussorgsky’ye. Balakirev, César Cui, Rimsky-Korsakov ve Borodin ile birlikte oluşturdukları bu grup halk şarkıları ile klasik batı müziğini bireştirme amacıyla yoğun bir işbirliği yapıyorlar. Bu beşli içinde Balakirev’in takma adı “güç”, Rimsky-Korsakov’un ki “içtenlik”ve Mussorgsky’nin ki ise “mizah”.

Mezarlık çiçekleri

Mezarlıklar ölülerin kenti; barış, huzur dolu mekânlar. Mezarlıklar sakin sakin ölümlülük üzerine düşüncelere dalmaya davet ediyor beni. Ölüm üzerine derin derin düşünmeden hayatın değeri bilinebilir mi ki?

Bir insanın ölümü bir romanın, bir filmin final sahnesi değil; ölüm akıp giden hayatın bir noktada kesilmesi; geçmişin kaybı değil, gelecek olasılıklarının ortadan kalkışı. Dolayısıyla, mezarlıklar çatışmaların olmadığı mekânlar. Evet, yaşam ille de çatışma, değişim ve devinimlerle dolu. Ama yaşam nice zorlukla yüklü olsa da, sürdükçe, hep gelecek olasılıkları içeriyor, umut içeriyor. Belki de bundan, biz yaşayanlar türlü çiçeklerle donatıyoruz mezarlıkları. Ölümün karnında yaşamı simgeliyor bu çiçekler. O soğuk demir kapıların içinden fışkırıveriyorlar ölüme inat, yaşama kocaman bir merhaba!

Benim sevgili oyunbaz cilveli kumrularım mı? Ohooo, onlar çoktan çekildiler rahatsız edilmeyecekleri sakin bir köşesine mezarlığın. Eh, gözlerden ırak, hazzın peşinde, hayat bulup hayat veriyorlar yeni kuşaklara belki de.

Meraklısı için notlar

Bu metin ilgili fotoğraflar ile birlikte Serkan Turaç (Akya Film) danışmanlığında yürütülen “Anektod” projesi (2023-24) kapsamında hazırlanmış, açık internet websitelerinden, yazar ve bestecilerin eserleri ve eserlerine ilişkin çeşitli yorumlardan, kişisel izlenimlerimden ve çıkarımlarımdan yararlanılarak oluşturulmuştur. Metin başlığı Mussorgsky’nin “Bir Sergiden Tablolar” eserinden devşirilmiştir. Son fotoğraf Şili Genel Santiago Mezarlığı (“Cementerio General”)’nda 2015 Kasım’ında, diğer fotoğraflar ise 2007 Mayıs’ında St. Petersburg Tikhvin mezarlığında çekilmiştir. Tüm fotoğraflar “Photoshop” programı ile 2023 Kasım’ında işlenmiştir.

1. Fyodor Mikhailovich Dostoyevsky (1821-1881)

2. Alexander Porfiryevich Borodin (1833-1887)

3. Nikolay Rimsky-Korsakov (1844-1908)

Rimsky-Korsakov kökleri Roma’lılara dayanan (Rimsky), içinde generallerin, valilerin, denizcilerin olduğu bir aileden geliyor. Sağlam bir klasik batı müziği eğitimi görüyor, Yirmili yaşlarında Mussorgski ile tanışıyor, bir süre Tchaikovsky ile de yakın çalışıyor. Rus halk ezgileri ve masallarını yeniden yorumluyor. Klasik müzikte, Rus stilinin mimarı kabul ediliyor. Orkestrasyonda ve eğitmenlikte usta.

4. Pyotr Ilyich Tchaikovsky (1840-1893)

Romantik dönemin bu bestecisi uluslararası tanınan ve kabul gören ilk Rus besteci. 1892’de, Fransa Güzel Sanatlar akademisine kabul edilen ikinci Rusya vatandaşı; bir yıl sonra da, öldüğü yıl, İngiltere Cambridge Üniversitesinden onursal doktora ünvanı alıyor. Günümüzün klasik müzik repertuarında sık sık yer verilen eserlerin bestecisi. “Kuğu Gölü” ve “Fındıkkıran” baleleri, “Birinci Piyano Konçertosu”, “Keman Konçertosu”, “Romeo-Juliet” üvertürü gibi eserleri, Puşkin’in şiirsel romanından esinlenilen “Eugene Onegin Operası” dünyanın her yerinde konser salonlarında çınlıyor. Başarılı müzik yaşamının yanında, bireysel hayatında, annesini erken yaşta kaybedişi, yakın arkadaşının ölümü, yasaklar ve toplumsal baskı altında açıkça yaşanamayan eşcinselliğini örtülemek için yaptığı düşünülen ve dört ay süren kısa evliliği gibi olaylarla örülü bunalımlı ve çökkün dönemler geçiriyor. Ken Russel’in yetmişlerde çektiği “The Music Lovers” (Yalnız Kalpler) filmi Tchaikovsky’nin hayat zorluklarını müzikleri eşliğinde anlatıyor.

Ölümünden üç yıl önce, Thomas Edison’un icadı olan ses kayıt cihazı ile J. Block tarafından Moskova’da sesi kaydediliyor; biraz gergin de olsa, “ölümsüzlüğü hak eden bir ses mi benimki” dese de, kabul ediyor; eserleri yanında sesi ile de yaşıyor.

5. “Çaykovski’nin Son Günleri” Cem Mansur ile Konser Öncesi Söyleşi I CRR Konser Salonu.   https://www.youtube.com/watch?v=0h30Ngmy3ZQ   Erişim 28 kasım 2023.

6. Modest Petrovich Mussorgsky (1839 –1881)

Mussorgsky de romantik dönemin bestecilerinden. Müzikte Rus karakterini yaratmaya odaklı. Bestelerinin çoğu Rusya tarihi, folklorü ve diğer ulusal temalarla bezeli; “Boris Godunov Operası”, “Çıplak Dağda Gece” ve daha sonra 1922’de Ravel tarafından yeniden düzenlenen piyano süiti “Bir Sergiden Tablolar”. Mimar ve ressam arkadaşı Hartmann’ın bir sergisindeki tablolar üzerine bestelenen bir eser bu. Kendisinden sonraki Shostakovich ve Prokofiev başta olmak üzere birçok Rus besteciyi de etkiliyor. Ayrıca, daha sonraları birçok film ve müzikte de etkileri sürüyor; “Bir Sergiden Tablolar”, “progressive rock” grubu Emerson, Lake & Palmer tarafından 1971’de düzenleniyor, kaydediliyor; aynı beste Michael Jackson’ın 1995 yılı şarkısı “HIStory”nin ilk 20 saniyesini de şekillendiriyor.

Fotoğrafa merakı geçen yüzyılda, 70’li yılların ikinci yarısında, üniversite yıllarında başladı; sanata, edebiyata, resme, şiire, saza söze, arkeolojiye, tarihe meraklıydı oldum olası; giderek dünyayı değiştirmeye, tıbba ve psikiyatriye merakı da aynı yıllara rastlar. Tank gibi bir Zenith TTL makinayla dolanırdı ortalıkta. Güneşli havada 125’e 16, merdiven altında karanlık oda, ah bir 400 ASA’lık film alabilsek de, çekebilsek yarı karanlıkta. Her biri 36 kare, aman hemen bitmesin, yanında yedek film var mı, nasıl çıktı acaba, gel de bekle bir hafta, derken, fotoğraf öğreneceğim diye sabırlı olmayı öğrendi bir de. Beklemeyi, zamana inanmayı öğrendi.

“Yeni Fotoğraf” dergisinin çıkışını heyecanla her ay alışını, üç arkadaş evin alaturka tuvaletini karanlık odaya çevirişlerini, bol fotoğraf çekmeden bu işin öğrenilemeyeceğini anladıklarında, film masrafını kısmak için, Sirkeci’den 300 metrelik film alıp onu kasetlere bölüp bol bol siyah beyaz fotoğraf çekişlerini, o günlerden kalan görüntüleri; Alsancak’ta ayı oynatan adam ve ayısının görüntülerini, Kayseri’de çeşme başında oynayan çıplak çocukların, İzmir’de Cumhuriyet Meydanı’nda büyük mitinglerin görüntülerini, ille de kordon görüntülerini hayal meyal hatırlıyor.

Ardından, uzun bir ara girdi fotoğrafla arasına. Psikiyatri eğitimi ve uzmanlığıyla artık makinasız fotoğraflar çekmeye dönüştü adeta bu merak. Yardım için başvuran kişileri dinlerken kendi zihninde onların fotoğraflarını çekmeye, onların iç dünyalarını, duygu hallerini zorluklarını, hayat mücadelelerini zihninde imgelerle canlandırmaya dönüştü bu merak. 80’li yılların başlarından itibaren artık mesleğine gömülmüştü. Araştırma yapmak, ders vermek, klinik pratik, meslek örgütlenmelerinde aktif görevler üstlenmek ve bu görevleri bağlamında yüzün üzerinde ülkeye seyahat etmek, konferans vermek. Buralarda mutlaka sanat müzelerini, az da olsa fotoğraf müze ve sergilerini ihmal etmedi; tabii, elindeki genellikle kompakt makinaların deklanşörüne gelişine basmayı da.

Altmışından sonra, taa gençlik yıllarından beri uzaktan beğeniyle izlediği İFSAK’ta kurs görme zamanı bulabildi; ardından, fotoğrafın günlük hayatında kapsadığı zaman, alan genişledi. İFSAK’ta Temel Eğitim Semineri, ardından, Pitoresk projesi, Çekim Teknikleri, Portre, Makro, Uzun Pozlama dersleri, çalışmaları, Semt projesi çalışmalarında, katılabildiği fotoğraf gezilerinde rastgele, gelişine fotoğraf çekmemeyi öğrendi. Ortaya çıkmasını istediği fotoğrafı, önce zihninde kurgulamayı, onu mümkün olduğunca önce zihninde tasarlayıp görmeyi, imgeleştirmeyi, ardından dış dünyayı bu zihnindeki tasarıya göre gözden geçirmeyi, dış dünyanın kontrolü dışı olan gerçekliklerini dikkate alan bir bakış açısı benimsemeyi, mümkünse dış dünyaya az da olsa istediği biçimi vermeyi ve elindeki teknik olanaklar çerçevesinde zihnindekinin mümkün olup olmadığına karar vermeyi ve teknik ayarları / düzenlemeleri buna göre yapmayı öğrendi. Dış dünyadan edindiği izlenimleri iç dünyasında kurgulayıp / tasarlayıp, sonra bu tasarımı dış dünya ve teknik olanakların sınırlılıklar çerçevesinde, dış dünyanın içinden çekip çıkarması ve fotoğrafa dökmesi gerektiğini öğrendi. Fotoğrafın “çekilen” değil, “yapılan” bir şey olduğunu; fotoğrafı “çekmek” değil, “yapmak” gerektiğini öğrendi.

Fotoğrafın, dış dünya ile iç dünyasını birleştiren bir araç olduğunu; dış dünyayı
kendisine göre yeniden inşa ederken iç dünyasını zenginleştiren bir araç olduğunu kavradı.

Bu yüzyıla devrilmişti zaman; sayısallaşan bol renkli dünyada, “tekniğin önceliği, estetiğin üstünlüğü, yaratıcılığın hazzı” der durur oldu; bu dediğinin peşine düştü. Fotoğrafın “makinenin çektiği birşey değil, fotoğrafçının yaptığı bir şey” olduğunu kavradı. Kısaca, hayatına “fotoğrafça bir anlam katma” peşinde bir fotoğraf meraklısı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Kültür Sanat

S e m b o l i z m

İnsanın sembolik bir evrende yaşadığı bir gerçek. Sembolizm adı 1886 yılında Jean Moreas tarafından akımın bildirisinin…

Levend Kılıç Anısına

Genel olarak sanat dünyasına ve özelde fotoğraf dünyasına baktığımız zaman hem  kitap,  hem de dergi yayını…

Feminizim Nasıl Görünür:

Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu’ndan Ahu İncekaralar  https://www.instagram.com/ahuincekaralar/  tarafından shutterstock.com  https://www.shutterstock.com/blog/history-of-feminism-photos  adresinden Türkçeleştirilmiştir. .…

Foto İntelijansiya

Yeni bir kitap, yeni bir heyecana vesile olur ve moral değerleri yükseltir kuşkusuz. Entelektüel ortam, yeni…

Bir Disiplin Olarak Fotoğraf

Kendi Kendine Fotoğraf Fotoğraf bir disiplindir. Yapısında estetik kadar ciddi oranlarda matematik de barındırır. Fotoğraf, kendi…