Ressam Nur Koçak’ın Salt Beyoğlu Galeri’de açtığı “Mutluluk Resimleri” sergisi üzerinden foto gerçekçiliği ele alalım istedim.
3 Eylül- 29 Aralık 2019 arasında açık kalan sergi iki büyük katta izleyicilere sunuldu. Türkiye’de foto gerçekçilik denilince ilk akla gelen isim olan Nur Koçak, çeşitli dönemlerde gerçekleştirdiği çalışmalarına üç boyutlu ‘erkeklik, erotizm ve tüketim’i eklemiş. Girişe konan külotlu erkek bedenli üç boyutlu çalışma dikkat çekerek, ‘gelin içeride daha neler var’ gibi duruyordu. Beyoğlu’nda yoldan geçenlerin dikkatlerini çekerek sergiyi gezmeye çağırıyor diyebilirim. Özellikle kadınların bu külotlu beden ile selfie çekme merakları dikkat çekici. Genellikle kadın bedeni ve erotik iç giysiler görmeye alışmışken erkek iç giyiminin de tüketim nesnesi olarak pazarlandığı bir dünyada yaşadığımızı tersinden gösteriyordu. Üst katta ise çeşitli renk erkek bedeninde çeşitli renklerde üzerilerinde zafer işaretinden, superman, canavar vb. figürlerden oluşan külotlar serisi devam ediyordu.
Büyük bir salonda kendi hatıralarından aile arşivinden fotoğrafların resimleri (sergi ismini buradan alıyor) kadın ve tüketim kültürü ve reklam olgusunu gösteriyordu. Sütyen ya da bikini üstü ile öne fırlayan meme kırmızı bir fonda cinsellikle obje olmak arasındaki ilişkiyi gösterirken, yine iki kadının grafik etkili renkli iç çamaşırlarıyla siyah fonda cinselliğe gönderme yapıyordu. ‘Fotoğraf gibi gerçek’ dedirten resimler.
Parfüm resmi ise dergi sayfasından çokça büyütülerek reklam nesnesinin sanat nesnesine dönüştürülebileceğini gösteriyor gibi. Vitrinlerden öne fırlayanlar etkisini veriyordu. Bir anlamda değişen toplumsal yapının detayları gibi. Özellikle dikkatimi çeken büyük boyutlu sıradan görüntüler diye geçtiğimiz ve bir dönemlerin tabela reklam örneklerinin yer aldığı arabalı vapur, ÇBS-ÜLKER gibi reklam ile kamusal alan ilişkilerinin ‘fotoğraf’mış etkili resimler. Panoramik çekilmiş fotoğraflar üst üste bindirildikleri alanlarla parçalara ayrılmış gibi. Örneğin Ülkerli resimde insan faktörünün durağanlıkta zaman ve hareketinin detayını veriyor gibi derken yılların ağırlığının getirdiği pasların akmaların çürümelerin eskime ve yıpranmanın yaşamın bir parçası olma halleri. Aynı hisleri ÇBS serisi çalışmada da görüyoruz. Aklıma bir zamanlar (dijital öncesi zamanlarda) büyük duvar resimlerinde kullanılan Marlboro, Camel, Demirdöküm gibi markaları getirdi.
Değişen zaman ve mekanda nesnelerin markaların kalıcığı olarak da okunabilir gibi. Şunu sorabiliriz; Aynı çalışma fotoğrafla yapılamaz mıydı? Elbette özellikle bu teknolojik çağda yapılabilinirdi. Peki ressam aynı fotoğraf gibi neden aylarca uğraşarak böyle çalışmalar yapar? Belki bu soruyu Nur Koçak’a sormak en doğrusu. Aynı araç gereçler kullanılarak başka sanat alanlarında bir sürü çalışmalar yapılıyor.
Görselliğin insanlarda hissettirdikleri gerçeklik algılarıyla bağlantılıdır.
Bilindiği gibi fotoğrafın gerçeklik algısı insanlarda ‘O an’ yaşananın dondurulması, akıp giden hayattan bir kare ve doğruluğa ilişkin algı yaratması söz konusu. Resimlerde ise gerçeklik ile doğruluk arasında ressamın hayal gücünün etkisi ağırlık taşıdığından inandırıcılık etkisi zayıf olur. Burada sanatta gerçekliği söylemiyorum. Fotoğrafın ve resmin insanlar üzerindeki etkisinden bahsediyorum. (Yani fotoğraftaki gerçeklik ile foto gerçekliği arasındaki farkı söylemek istiyorum.) ‘Fotoğraf gibi gerçek…’, ‘Tıpkı fotoğraf gibi…’ cümlelerle tarif edilen resimlere ‘foto gerçekçi’ resimler diyoruz. Gerçeklik kavramı olduğu gibi anlamında. Olduğu gibi her şey ne kadar gerçek? Bence soru bu.
İlk fotoğrafçılar büyük oranda ressamlardı. Işığı, rengi, kompozisyonu bilen üstüne fotoğrafın matematiksel işlemlerini ekleyen ressamlar fotoğrafçı olmuşlardır. O yüzden fotoğrafı hızla sanat alanına sokmuşlardır. Dikkat ederseniz neredeyse bütün ressamlar fotoğraf çeker, resim yaparlar. Fotoğrafı resimlerinin ön hazırlık malzemesi olarak kullanırlar. Fotoğrafçılarda ise resim yapan yok denecek kadar azdır. Bazı usta fotoğrafçıların ise tercihleri fotoğraf olmuştur, H.C.Bresson gibi. O yüzden fotoğrafçılar dertlerini fotoğraf karelerini üretirken eklemeyi seçmek zorundadırlar. Teknik-İçerik ve Estetiği (Gerçekliği ve güzelliği) bir araya getirmeye çalışırlar. Ressamlar çektikleri ya da edindikleri (dergi-gazete vb.) fotoğrafların üzerinde manüpülasyonlarını yaparak hayal güçlerini katarak çalışırlar. Fotoğrafçılar aynı şekilde fotoğraf yaparlarken bu manüpülasyonları gerçekleştirirler. (Belki farkındalar belki değiller) Kompozisyon, ışık renk objektif seçimi fotoğrafın oluşturulmasında birer manüpülasyon araçlarıdır. Gerçeklik kavramı işte burada kendini gösterir.
Gelelim yukarıda yarım kalan soruya; Fotoğrafla yapmak varken neden resimle? (Fotoğraf üzerinden resime aktarırken hiçbir oynama yapılmadığını Fotokopi gibi kopyalama olarak düşünün) Birincisi eğer fotoğrafla yaparsanız ‘biriciklik değeri’ kalmaz. Sergiden sonra yırtıp atsanız bile aynısından tekrar bastırabilirsiniz.
İkincisi bir başka sanat dalının (resmin) teknik/zanaatsal olanaklarını el yeteneği ile birleştirerek uzun günler aylar süren artı emek sürecidir. Dolayısı ile 2 metre büyütüp bastığınız bir fotoğraf ile fotoğrafa bakarak ya da projekte ederek yaptığınız resim arasında işçilik ve maharet katmanız sanat nesnesi olarak değer kazanmasına yol açar. Sonuçta bu bir seçimdir. Fotoğrafın doğasında olan demokratiklik, biriciklik değerine indirilmesine/yükseltilmesine karşıdır. (Bazı fotoğraf sanatçılarının fotoğraflarını biriciklik değerine indirdikleri de görülür. Negatiflerin yok edilmesi ya da dijital verilerin baskıdan sonra yok edilmeleri, noterden tastikletmeleri ve setifikalandırma işlemleri gibi ‘sözde’ sanat eseri yapma uğraşılarını konu dışı tutuyorum. Bu konuyu fotoğrafın sanat nesnesine dönüştürülme ve kapitalizmin sanat ve sanatçı üzerinde hakimiyetinin parçası olarak görüyorum.)
Not: Bu yazı, 18 Ekim 2019 tarihinde Evrensel Gazetesi Kadraj köşesinde yayınlanmış olup, İFSAK Blog’daki yayını için düzenlenmiştir.
Bize Ulaşın