İFSAK 42. Ulusal Kısa Film ve Belgesel yarışmasında en iyi belgesel seçilen Nosema, yönetmen Etna Özbek’in ikinci belgeseli. İlk belgeseli 2017 yılında bitiridiği School of Visual Arts Film/Video bölümünde hazırladığı tez filmi; ‘Water, water everywhere’. Bu, Hindistan’da su sorunu üzerine yapılmış kısa bir belgesel. ‘Water, water everywhere’, Hindistan’da ve Amerika’da çeşitli festivallerde gösterildi.
Yönetmen, Türkiye’ye dönüşüyle birlikte, 2019’da arıların ömrünü kısaltan bir hastalığın ismini verdiği belgeseli Nosema’nın çekimlerine başladı. Belgeselin ilk yurt dışı gösterimi, festivaller dünyasında oldukça önemli bir yeri olan IDFA 2021’in Frontlight bölümünde gerçekleşti.
Nosema’da kamera, Türkiye’nin son Keldani Katolik köylerinden biri olan Şırnak’ın Meer (Kovankaya) köyünde yaşayan Diril Ailesi’ni bizimle tanıştırıyor. Yönetmen, defalarca baştan inşa etmek zorunda kaldıkları evlerinde çocuklarıyla bir araya gelen Diril Ailesi’yle çok yakın bir ilişki içinde filmini tamamlıyor. Daha sonra ailenin büyükleri Hürmüz ve Şimoni Diril ortadan kaybolunca, bu belgesel aslında onların son günlerine şahitlik etmiş oluyor. Aylar sonra Şimoni Diril’in cansız bedeni bulunuyor ama Hürmüz Diril hâlâ kayıp.
Çekimlerin yapıldığı, bir zamanlar hastanesi de olan, köy bugün yıkık evlerin duvarlarıyla, dağların ortasında yapayalnız, terkedilmiş bir halde. Köyün bu durumu yönetmeni mistik duygular içine sürüklüyor. Yapımcısı ise “yeryüzüyle gökyüzü yer değiştirmiş gibi hissediyorum” diyor. Ayrıca yönetmen köyle ilgili düşüncelerini şöyle açıklıyor: “Dünyanın dışında bir yer gibiydi. Sanki dünya yok olmuş da sadece Meer kalmış gibi.”
Nosema’da kamera, kahramanların günlük hayatında bir gözlemci olarak var oluyor.
Bizler de izleyici olarak Diril Ailesi’nin hayatına dâhil oluyoruz. Diril Ailesi, İstanbul’da yaşadıktan sonra tekrar köylerine dönüyorlar ve orada arıcılık yapıyorlar. Köyde yaşam zor. Doğa koşullarıyla beraber bir yerden başka bir yere gitmek için karakoldan izin alınması gerekiyor. Aile gene de birlikte mutlu ve sevgiyle dolu işlerine devam ediyorlar. Çekimlerde o kadar rahatlar ki kamera önünde tartışmaktan da çekinmiyorlar. Bazı yerlerde de esprilerle gülüyorlar. Bu neşeli anların da filmde olması izleyiciyi güldürüyor. Diril Ailesi’nin kaybını öğrenince bu gülümseme hüzne, kızgınlığa karışıyor. Belgesel, ailenin yaşadıklarıyla birlikte o coğrafyada yaşananları da filme yedirerek, satır satır anlatıyor. Sonunda ise ailenin oğlu Remzi Diril’in on yedi dakikalık ses kaydından alıntılarla da izleyici bilgi sahibi oluyor.
Etna Özbek ailenin gündelik yaşamına sanki ailenin bir üyesi gibi girmiş. Hatta bazı yerlerde karakterler kameranın arkasındakilere de laf atıyorlar. Onları da kesmemiş, filminde kullanmış. Kendisiyle yapılan bir söyleşide bunu nasıl sağladığını anlatırken, orada sadece bir hafta onlarla kaldığını belirtiyor. “Belki de onlar böyle bir duruma açıklardı ya da benim belgeselci olarak yaklaşımımdan kaynaklanıyor” diye ekliyor. Bu doğallık filmin en güzel yanlarından biri. Benim izleyici olarak düşüncemse aile ne kadar açık olsa da Etna Özbek’in onlara doğal yaklaşımının etkisi büyük olmalı yönünde.
Bize Ulaşın