Orhan Pamuk 6 Şubat 2019 tarihinde Yapı Kredi Kültür Sanat Galerisi’nde “Balkon” isimli fotoğraf sergisini açar. Sergide Orhan Pamuk’un Aralık 2012 ve Nisan 2013 tarihleri arasında evinin balkonunun tek bir noktasından farklı lensler kullanarak, İstanbul’un sürekli değişen, incelikli manzarasını yansıtan 8.500’den fazla fotoğraf arasından yaklaşık 600 kare fotoğraf sergilenir. Serginin küratörlüğünü ve kitabın editörlüğünü dünyanın en ünlü fotoğraf kitapları yayıncısı Gerhard Steidl yapar (1,2).
“Balkon” fotoğraf sergisi ve kitabı şu cümleler ile tanıtılır; “Pamuk’un her şeyden önce gözlerinin önündeki manzarayı “kaydetme” arzusuyla şekillenen bu çalışma, kentin, Boğaz’ın, Haliç’in, Marmara Denizi’nin, adaların, dağların, gemilerin, kuşların, sonsuz bir ışık ve ortam etkisiyle çerçevelendiği yoğun bir panoramik manzara oluşturuyor. Fotoğrafçılık tutkusunu ilk olarak gözlerinin önünde akıp giden güzelliği muhafaza etme, ikinci olarak da gördüğü her şeyi kaydetme merakı olarak tasvir eden yazar, ikinci hedefini tutturmanın imkansızlığını kısa sürede görmüş. Yazarın muhafaza etmeye çalıştığı bu güzellik, sergide yer alan fotoğraflarda açık bir şekilde görülüyor: Kentin ve suyun sürekli değişen hatları, doğunun cazibesiyle kaynaşan sanayi kentine özgü çizgiler, kırmızı, turuncu, parlak leylak rengi, mavi ve grinin her tonuyla aydınlanıyor.” (2).

Orhan Pamuk, bu fotoğrafları telefoto lensli dijital fotoğraf makinesiyle çektiğini belirterek fotoğraf çekme serüvenini
Çocukluğumdan beri fotoğraf çekiyorum. Dijital fotoğraf çıktıktan sonra da tekrar yeni bir heyecanla fotoğraf çekmeye sarıldım.
diye belirtir. Pamuk, kitap için seçki yaparken arkadaşlarından yardım istediğini, “Fotoğraf çekiyordum ama niçin çektiğimi bilmediğim gibi bir gün bir fotoğraf kitabı çıkarırım gibi bir fikrim de yoktu. Yavaş yavaş onları da düşe kalka yapmaya başladım ve gördüm ki dijital çağda fotoğraf çekmek kadar onları ayıklamak, bir kitap içinde nasıl göreceğimizi, hangisinin en anlamlı, hangilerinin yan yana geleceğini düşünmek epey vakit aldı” ifadelerini kullanır (3).

Pamuk başlangıçta fotoğraflarını başkalarıyla paylaşma konusunda tereddüt eder ve onların sadece manzaranın değil, kendi ruhunun da kayıtları olduğunu ancak beş yıl sonra bu fotoğrafları Balkon kitabı için düzenlerken fark eder: “Aradan geçen zamanda, her fotoğraf, o haftalardaki karanlık, gamlı ruh halimin bir simgesine dönüşmüş gibiydi.” (4).
Sergi hakkında yapılan söyleşilerde genellikle yazmakta zorlandığı zamanlarda fotoğraf çektiğini söyleyen Pamuk,
Ben güzellik düşledim, o da (Gerhard Steidl) bu güzelliği süzerek daha da güzel yaptı.
diye belirtirken, Gerhard Steidl ise sergideki fotoğraflarda yeniden boyutlandırma, renk değişikliği, çerçeve değişikliği gibi değişiklikler yapılmadığını, fotoğrafların çekildiği haliyle sergilendiğini belirtir (3). Sergiden detaylar da veren Steidl, şunları söyler:
Fotoğrafların sıralamasına baktığınızda bir öyküyü ya da romanı andırdığını göreceksiniz. Görsel açıdan da değerlendirdiğinizde adeta bir çizgi roman gibi. Fotoğrafların kitaptaki sunuş formatının aynısını sergide de görebilirsiniz. Orhan Pamuk’un kitapta oluşturduğu tasarım unsurlarını da sergiye taşıdım.
Steidl, fotoğrafları heyecan verici bulduğunu vurgulayarak, fotoğraflarda küçük değişikliklerin izinin sürülebileceğini dile getirir.

Görüntüler anlamlı yüzeylerdir. Zaman, mekân ve uzamla ilgili olarak dört boyutlu bir nesneyi iki boyutlu bir düzleme indirerek bizim için düşlenebilir bir başka nesneye dönüştürürler. Dışarıdan alınan ve zaman-mekân-uzam düzleminde yapılan bu soyutlama herhangi bir araçla işlendikten sonra tekrar dışarıya yansıtılan başka bir görüntülemedir. Bu teknik görüntüleme işi yine teknik bir araç tarafından yapılır. Sanatın temelinde veya sanatçının sanatını üretme aşamasında hep bir üretim aracı kullanılır. Ressam için fırça ve boya, heykeltıraş için taş ve çekiç olan bu araç, fotoğrafçı için fotoğraf makinesidir. Günlük yaşamda bir işe yaramayan bu üretim araçları sanatçının yaratıcılık temelini oluşturan ana gereçlerdir. Çünkü fotoğraflar, hem fotoğraf makinesiyle birlikte anılır hem de yaratıcılıkla. Heykeltraşın elindeki çekiç gibi fotoğraf makinesi yalnızca mekanik bir alet olarak düşünüldüğünde, onun karşıtı olan veya onun kullanıcısı olan el, sanatçının bireysel yaratıcılığının simgesi olur (5). Ancak fotoğrafın üretim aracı olan fotoğraf makinesi, günümüz de artık mekanik bir alet olarak tüketim aracı nesnesi haline dönüştürülmüştür. Orhan Pamuk, fotoğrafları çekmeye başladığında “ne için çektiğimi bilmiyordum” diyerek fotoğraf makinesini yaratıcılığını yansıtacak olan bir sanat aracı olarak değil, sadece tüketim aracı olarak gördüğünün bir örneğini sergiler.
Orhan Pamuk’un fotoğraflarına ve çektiği üretim aracına baktığımızda fotoğraf serüvenini “Çocukluğumdan beri fotoğraf çekiyorum. Dijital fotoğraf çıktıktan sonra da tekrar yeni bir heyecanla fotoğraf çekmeye sarıldım” diye belirtir. Oysaki Orhan Pamuk’un çocukluğundan itibaren resme ilgisi vardır ve ressam olmak ister. Hatıralarını anlattığı İstanbul-Hatıralar ve Şehir kitabında kendisini İstanbul sokaklarının izlenimci ressamları gibi hayal ederek İstanbul’un sokaklarını, evlerini tek tek çizmekten aldığı zevki anlatır (6). Kitabında ayrıca “Resim Yapmanın Zevkleri” ve “İstanbul’u Resmetmem” başlıkları altında resme olan ilgisini ayrıntılarıyla yazar. Ayrıca Orhan Pamuk, bu kitabında Ara Güler’in İstanbul’u en iyi anlatan fotoğraflarına bolca yer verir. Orhan Pamuk gibi Nobel ödülü almış ve anı kitabında Ara Güler’in bolca fotoğraflarını kullanan bir yazarın fotoğrafı sanat olarak değerlendirdiğini düşünmek zorundayız. Ama Orhan Pamuk,
fotoğraf çekiyordum ama ne için çektiğimi bilmiyordum,
diyerek günümüzde fotoğrafın sanat olmaktan çıkarılıp tüketim nesnesi olması konusunda elinden geleni yapar. Bu durum bir zamanlar Kodak firmasının “Siz sadece düğmeye basın, gerisini biz hallederiz” sözünü de doğrulamaktadır. Zaten 8.500 fotoğraftan 600 tanesinin sergilenmesi bunun başka bir ifadesidir. Yani fotoğraf için sadece deklanşöre dokunmak yeterlidir. Aynı Orhan Pamuk’un evinin balkonuna yerleştirdiği telefoto lensli dijital fotoğraf makinesiyle günün belirli saatlerinde sadece elinde deklanşörün uzaktan kumandasına basarak bu fotoğrafları çekmesi gibi…

Fotoğrafın sanat olup olmayacağı tartışmalarında, fotoğrafın sanat olacağını savunanlar; fotoğraf makinelerini kalem, palet veya fırça ile bir tutarak, fotoğraf çekme işinin aslında makine tarafından yapılıyor olmasına rağmen, fotoğrafı çeken kişinin sanatsal beğenisinin fotoğrafı çekilen nesne üzerinde, özgünlük, kompozisyon, ışık, vs. bakımından çok etkili olduğunu ileri sürmüşlerdir. Karşıt görüşün savunucuları ise fotoğrafın sadece mekanik bir iş olduğunu ve sanatla hiçbir bağlantısının bulunamayacağını söylemişlerdir (7). Sergi ve kitap tanıtım yazısından Orhan Pamuk’un konuya sanatsal beğeni açısından bakmadığı çok belirgindir. Çünkü Pamuk’un o andaki düşüncesi gözlerinin önünde akıp giden güzelliği “muhafaza etmek” isterken, diğer bir düşüncesi gözlerinin önündeki herhangi bir manzarayı “kaydetme” arzusudur. Ancak sergi ve kitap tanıtım yazısında bu durum çelişkilidir ve Orhan Pamuk’un birinci düşüncesini gerçekleştiremeyeceğini anlayınca, ikincisine yöneldiği anlatılır. Orhan Pamuk muhtemelen yaptığı şeyin sanatsal boyutunu da bilmediği için bunun da farkında değildir. Çünkü ne yaparsak yapalım güzellik muhafaza edilemeyecektir. Zamana yenik düşecektir. Fotoğraf makinası kayıt aracı, fotoğraf ise geçmişe ait kaydedilmiş bir belgedir. Yani durum yazılanın tamamen tersidir. Yazarın muhafaza etmeye çalıştığı; “kentin ve suyun sürekli değişen hatları, doğunun cazibesiyle kaynaşan sanayi kentine özgü çizgiler, kırmızı, turuncu, parlak leylak rengi, mavi ve grinin her tonuyla aydınlandığı” olarak belirtilen fotoğraflar artık kayıt altına alınmış bir belgedir. Ancak Orhan Pamuk, ne için çektiğini bilmediği bu fotoğraflarda bu güzellikleri de görmemiştir ki
Aradan geçen zamanda, her fotoğraf, o haftalardaki karanlık, gamlı ruh halimin bir simgesine dönüşmüş gibiydi,
demektedir.
Bir görüntünün yaratılmasında fotoğrafçı veya makinesi her zaman yeterli değildir. Bunun için ikisi arasında bir uyum olması gereklidir. Farklı yeteneklere sahip makineler ve fotoğrafçılar için asıl amaç güzel bir fotoğrafa ulaşmaktır. Kameradan istenen, fotoğrafları güzel olarak ve hiçbir soruna neden olmadan çekmesini başarmasıdır. Fotoğrafçıdan istenen, içine kendi estetik kaygısını içerik ve teknik uygulamalarla birleştirmesidir. Bu nokta aynı zamanda sanatsal bakış açısının da bir yol ayrımıdır. Çünkü teknik fotoğraftaki başarının artmasına yol açan bir araç olmakla birlikte aynı zamanda içeriğin boşaltılmasına da neden olabilir. Güzel bir fotoğrafa sadece fotoğraf makinesinin teknik özellikleri ile ulaşılabilir. Ancak bir fotoğraftaki güzelliğe bir estetik bakış açısıyla ulaşılabilir. Kamera, fotoğrafçı olmadan da yalnız başına çok şeyler gerçekleştirebilme özelliğine sahiptir (7). Orhan Pamuk, bunu bildiği için görüntüleri sadece deklanşöre basarak kayıt altına almıştır. Bu nedenle; “Pamuk’un her şeyden önce gözlerinin önündeki manzarayı “kaydetme” arzusuyla şekillenen bu çalışma, kentin, Boğaz’ın, Haliç’in, Marmara Denizi’nin, adaların, dağların, gemilerin, kuşların, sonsuz bir ışık ve ortam etkisiyle çerçevelendiği yoğun bir panoramik manzara oluşturması” da şüphelidir. Çünkü Orhan Pamuk fotoğraflarına kendi estetik kaygısını ve tekniğini hiç koymamış, sadece fotoğraf makinesinin teknik özelliklerine sığınmıştır. Kendisinin teknik olarak yaptığı makinesi teleobjektifli olduğu için farklı lenslerle bazı fotoğraflarına zoom yaparak yakın veya uzak plan çekme çabası olmuştur.

Fotoğraf ile gerçek arasındaki ilişki her zaman tartışılmıştır. Bu durum kameranın çektiği gerçek ile fotoğrafçının kendi gerçeği arasındaki çarpışmadır. Gördüğünü çeken kamera ile gördüğüne bir yorum katarak çeken fotoğrafçı arasında sürekli bir çatışma hâli mevcuttur. Kamera hem fotoğrafçının hem de izleyicinin gözüdür. Kişiler bazen fotoğraf makinesinden kendi gözüyle gördükleri gibi bir görüntü beklerler. Kamera eğer onların istediği gibi bir görüntü vermemişse bu kişi ile makine arasındaki ilişkiyi bozacaktır. Kamerasına en güvenilir dost olarak bakan kişi bir süre sonra, kamerasının kendisine ihanet etmiş olduğu duygusuna kapılarak kamerasını terk edecektir. Fotoğraf eğitimi alan birçok kişinin bir süre sonra ortalıkta hiç görünmemelerinin esas nedeni budur. Bu yüzden kamera üreticileri güzel fotoğrafın sadece kamera ile olacağı duygusunu yayarak kendilerine yeni alıcı potansiyeller yakalamaya çalışırlar. Bunda da çoğunlukla başarılı olurlar. Aslında fotoğrafı hiçbir yaratıcı yeteneği bulunmayan bir kameraya mal etmek, fotoğrafçıya yapılmış bir hakaret olarak değerlendirilebilir. Orhan Pamuk’un sergisinde ve fotoğraflarında kendi gözü yoktur, sadece kameranın gözü vardır. Oysaki fotoğrafın en önemli noktası “karar anı”dır. Ünlü fotoğrafçı Henri Cartier Bresson;
Fotoğraf çekmek aynı anda beynin, gözün ve kalbin bir olayı hedeflemesidir.
derken görüntülerin sadece kameranın gözüne bırakılmaması gerektiğini anlatmaktadır (8).

Kamera poz verenler için bazen güven verici, bazen de güvenilmez bir dost olarak görünse de fotoğrafçı için her zaman güvenilir olarak görülür. Eğer fotoğrafçı her şeyi kameraya bırakmayıp ışık kullanımını, alan derinliğini, uygun bakış açısını, uygun ISO seçimini ve her şeyden önemlisi uygun duygu, düşünce ve estetik bakış açısını görüntünün sanatsal ruhuna içerik kazandırıp farklı bir yorum katacaksa ve bunun için kullanacaksa kamera burada sadece bir araç olacaktır. Yani kamera fotoğrafçıya değil, fotoğrafçı kameraya hakim olmalıdır. Kamera her zaman vizörün arkasındaki gözden daha gerçekçi ve daha objektiftir. Gördüklerine yorum katma özelliğinden yoksundur. Nesnel gerçeğe inanan bir fotoğrafçı kendi öznel gerçeğini fotoğraflarına katarak onu başka bir gerçeklik haline dönüştürür. Görünen her şeyin sorgulama yapılmadan kayıt altına alınması esnasında görüntüler bilinen, bilinmeyen, önemli, önemsiz, nitelikli veya niteliksiz her şeyi kayıt altına alır. Çekildiği zaman için belki de hiçbir ifade etmeyen bu görüntüler aradan uzun bir zaman geçtikten sonra belge niteliği alabilir (5,7).
Orhan Pamuk fotoğraflarına hiçbir yorum katmadan, sorgulamadan kameranın önündeki her şeyi bazen yakınlaştırarak, bazen uzaklaştırarak, bazen objektifleri değiştirerek, önemli veya önemsiz, nitelikli veya niteliksiz her şeyi kayıt altına alma çabasına girişmiş, sonradan bunlardan bir sergi ve kitap yapma yoluna gitmiştir. Çünkü başlangıçta kendisinin de bahsettiği gibi zaten böyle bir niyeti yoktur. Bizler biliyoruz ki, sanatın herhangi bir dalında yapılacak çalışma önceden düşünülür, projesi yapılır, çalışılır ve sonuçta bir eser ortaya çıkar. Belgesel fotoğraf açısından Özcan Yurdalan’ın yazdığı Belgesel Fotoğraf ve Fotoröportaj kitabı bu açıdan örnek bir kitaptır (9). Şu an için Orhan Pamuk ve editörü haricinde kimse için bir şey ifade etmeyen bu görüntülerin aradan uzun bir süre geçse de belge niteliği alması da şüphelidir.

Görüntüler anlam taşıyan suretler oldukları için görüntülerin anlama ve algılama yetilerimizi de geliştirdikleri bir gerçektir. Günümüzde sıradanlığın doğal sonucu olarak ve fotoğraf dünyasının üreticiden çok tüketici konuma gelmesi nedeniyle ortalıkta anlam değeri olmayan birçok fotoğraf varken, diğer taraftan fotoğrafçılar tarafından içeriğine birçok anlaşılmaz anlam yüklenerek piyasaya sürülen birçok fotoğrafın olduğunu da görmezden gelmemek gerekir. Bu durumun fotoğraf dünyasında yarattığı karmaşa fotoğrafın asıl varmak istediği hedefe bir türlü ulaşamamasına neden olmaktadır (5,7). Eski bir ressam olan Orhan Pamuk yazarlıktan ve Nobel ödülünden aldığı gücünü resme değil de günümüzün en kolay uğraşı alanı olan fotoğrafa yöneltmiştir. Çünkü resim tartışılmaz sanattır ve zordur. Fotoğraf ise sanatın kıyısında dolaşır ve kolay zannedilir. Pamuk başlangıçta fotoğraflarını roman yazarken kendini dinlendirmek veya boş vakitlerini değerlendirme aracı olarak görmüş, onları sadece manzaranın değil, kendi ruhunun da kayıtları olduğunu ancak beş yıl sonra fark etmiş, sergi hazırlıklarına başlayarak yıllar sonra fotoğraflarına sanatsal bir anlam kattığını zannederek kolay yolu seçmiştir. Çekerken ruhunuzu vermediğiniz fotoğraflarla yıllar sonra fotoğraf sanatı adına sergi açmak, Orhan Pamuk ve küratörünün ruhuna iyi gelse de fotoğrafçıların ve fotoğraf sanatının ruhuna aykırıdır.
Dipnot-1: Paul Auster’ın yazdığı, Wayne Wang’in yönetmenliğini üstlendiği, Berlin’de Gümüş Ayı ödülü alan 1995 yapımı Smoke (Duman) filmi bir tütün dükkanında geçer. Brooklyn Cigar Company isimli tütün, tütün ürünleri ve envai çeşit ıvır zıvır satılan dükkanda yıllar boyunca her gün, aynı saatte, aynı yerin fotoğrafının çekilmesi ve değişmiyormuş gibi görünen ama bambaşka bir hal alan hayatların hikayesi anlatılır. Balkon Sergisi’nde evinin balkonundan aylar boyunca her gün belki değişen veya aynı saatlerde, aynı yerlerin fotoğrafını çeken Orhan Pamuk bu sergisi ile kendi hikayesini anlatır.
Dipnot-2: Orhan Pamuk’un Balkon Sergi ve Kitabı’nın teknik değerlendirmesi için Cenk Mirat Pekcanattı’nın Gölge Fanzin Dergisi 19. sayısındaki “Mirat’ın Puslu Fotoğraf Atlası-Orhan Pamuk-Balkon” yazısını öneririm.
KAYNAKLAR
1-Orhan Pamuk. Balkon-Fotoğraflar ve Yazılar. Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2019
2-Orhan Pamuk - Balkon - Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık.
http://sanat.ykykultur.com.tr/sergiler/orhan-pamuk-balkon
3-Orhan Pamuk'un Balkon Fotoğraflar sergisi açıldı.
https://www.ntv.com.tr/galeri/sanat/orhan-pamukun-balkon-fotograflar-sergisi-acildi,pcIgte40q0Gs9Fvn_be0fA
4-Orhan Pamuk'un “Balkon Fotoğraflar”ı Sergisi | Artful Living
http://www.artfulliving.com.tr/gundem/orhan-pamukun-balkon-fotograflar-sergisi-ziyarete-acildi-i-17826
5-Çerkes Karadağ.Görme Kültürü. 1. Kitap. Doruk Yayınları. İstanbul, 2004.
6-Orhan Pamuk. İstanbul- Hatıralar ve Şehir. Yapı Kredi Yayınları. İstanbul, 2003.
7-Ali İhsan Ökten. Fotoğrafın Eleştirel Gücü. Footoğraf Yazıları-II. Alter Yayıncılık. Ankara, 2013.
8-Henri Cartier Bresson. Karar Anı. YGS Yayınları. İstanbul, 2006.
9-Özcan Yurdalan. Belgesel Fotoğraf ve Fotoröportaj. Agora Kitaplığı. İstanbul, 2015.
Bize Ulaşın