1976 yılında Ankara’da doğan Ebru Ceylan AFSAD bünyesinde başladığı fotoğrafçılık çalışmalarıyla birçok ödül kazandı. Marmara Üniversitesi GSF Sinema TV bölümünden mezun olan Ceylan, 1998 yılında ilk kısa filmi “Kıyıda” ile Cannes Film Festivali yarışmalı bölüme seçildi, bu çalışmasıyla çeşitli mecralarda ödüller kazandı. Yüksek Lisans eğitimini Mimar Sinan Üniversitesi Sinema TV bölümünde tamamlayan Ebru Ceylan, fotoğrafçılığın yanında Nuri Bilge Ceylan ile birlikte çalışmalarını sürdürerek senaristlik, oyunculuk ve sanat yönetmenliği görevlerini üstlendi.
İlk fotoğraf sergisi “Dünya İçimde Karanlık Oyunlar Oynuyor Anne!” daha sonra kitaplaştırıldı. Sanatçının son sergisi 2020 Ocak ayında, “Ebedi Bir An” ismiyle fotoğrafseverlerle buluştu.
Ebru Ceylan 2 çocuk annesidir ve İstanbul’da yaşamaktadır.
Ebru Ceylan ile fotoğrafik bakışı altında yatan başat unsurları, temel motivasyon kaynaklarını, çalışmalarını ve pandemiyi konuştuk.
Röportaj: Şeref Ali Taşer

Sanat çalışmalarınıza fotoğraf ile başladınız. Yıllar içinde ilkin kısa film çektiniz, ardından da sinema alanında senaristlik, sanat yönetmenliği ve oyunculuk yaptınız. Fakat gene de fotoğrafa döndüğünüzü, fotoğrafı sürdürdüğünüzü görüyoruz. Fotoğraf tüm bu sanat yolculuğunuzda nasıl bir konumda yer alıyor?
Evet, fotoğrafla tanışmam Ankara’da geçirdiğim ilk gençlik yıllarıma rastlar. Mucize etkisi yaratmıştı üzerimde. Yepyeni bir dünya açılmıştı önümde. Hem sosyal çevre olarak, hem de gençlik dünyama kattığı anlam olarak. Üniversite çağım geldiğinde hem sinema hem de fotoğraf bölümü sınavlarına girdim. İki ayrı üniversitenin 2 ayrı bölümünü de kazandım ve sinema okumayı seçtim. Çünkü o ana kadar belli bir fotoğraf bilgisi ve kültürü edinmiştim zaten ve bunu yapmayı kendi kendime sürdürebilirdim. Ama sinema hem bilgi hem de çevre olarak hiç bilmediğim bir alandı ve bu yüzden de daha cazip geldi açıkçası. Ve sinema okumaya başladım. Sinema eğitimim boyunca kısa filmler yazdım ve çektim.
O zaman dijital teknoloji yoktu. Film yapmak çok masraflı ve zahmetliydi. Ayrıca her şey bir yana bir ekip çalışması gerektiren kolektif bir işti. Ben en çok bu konuda zorlandım. Belki de fotoğraftan o yüzden vazgeçemedim. Onun üretim aşamasının yalnızlığı ve bağımsızlığı benim doğama sinemadan çok daha uygundu. Çünkü ben kolektif yapılan eylemlere yakın hissedemiyorum kendimi.

Sinemada ilham kaynaklarınızın başında taşra geliyor. Bir röportajınızda taşrayı bir tür uzaklık, yalnızlık ve yoksunluk duygusu olarak tanımlıyorsunuz. Ayrıca taşralılığın kişinin kendi içinde taşıdığı, coğrafya ve sosyal statüden bağımsız bir durum olduğundan söz ediyorsunuz. Fotoğraflarınızda da benzer bir kaygıdan bahsedebilir miyiz? Eğer bahsedebilirsek, bu kavramlar fotoğraf çalışmalarınızda nasıl ifade buluyor?
Fotoğraflarımın anlam dünyası üzerine kendim bir yorumda bulunmak istemem. Ancak; hayatın hissettiğim ama dil aracılığıyla ifade edilebilmesi güç hatta belki de imkansız olan o tuhaf trajik duygusu üzerine çalışıyorum fotoğraflarımda. Hatta sinemada da.
Kısa ve uzun metraj filmlerin fotoğrafik bakışınıza nasıl bir etkisi oldu?
Doğrusu benzer yanları olsa da fotoğrafla sinema aslında birbirinden tamamen farklı sanatlar. O yüzden çektiğim kısa filmlerin fotoğrafik bakışıma ciddi bir etkisi olduğunu düşünmüyorum.

Fotoğraf çalışmalarınız için içsel tavrın bir dışavurumu olduğu yorumunu yapabilir miyiz?
Evet, tabii ki. Farkında olarak ya da olmayarak herkes kendini anlatır sonuçta. Her tür sanat eylemi bir yolculuktur aslında. Sanatçının genellikle kendinden yola çıktığı, kendini aradığı bir yolculuk.
Fotoğraflarınızda şansa yer vermediğiniz ve özne ile bir iktidar ilişkisine girdiğiniz kolaylıkla okunabiliyor. Yönetilmesi görece daha güç olan doğa fotoğraflarında bu denklemi nasıl sağlıyorsunuz? Ya da bir diğer ifadeyle, iktidar ilişkisinin silikleştiği bir fotoğraf mümkün mü?
Mümkün ama benim ilgimi çekmiyor. Her şeyi olduğu gibi gösterdiğin, kendi yorumunu ve anlamını katmadığın hiçbir şey sana ait sayılamaz aslında. O şeyi sen değil de başkası çektiğinde bir şey değişmiyorsa, senin çekmiş olmanın bir anlamı kalmıyor. O yüzden ben müdahale ediyorum fotoğraflarıma. Kendi anlamımı dayatıyorum bir bakıma. Kendimi ortaya koyuyorum. Görüp hissettiği bir duyguyu, bir anlamı görünür kılmaya çalışıyorum aslında fotoğrafını çekerek. Sanatçı dünyayı kabul edebileceği bir formda algılayabilme şansına ve hayal gücüne sahiptir. Hatta biraz daha ileri gidersek değiştirebilme gücüne de. Bu çok değerli bir güç.

Çoğu fotoğrafınızda rastgeleliği içermeyen bir disiplin göze çarpıyor. Bu da tesadüfi elementlere ne derece yer ayırdığınız sorusunu akla getiriyor. Teknik ya da içeriksel tesadüflerin fotoğrafı zenginleştirdiğini düşünüyor musunuz?
İnsan ne iş yaparsa yapsın elbet bazı küçük hoş tesadüfler yaşayabilir. Hayat çok zengin. Tesadüflerin, rastlantısallıkların insanın hayatına ya da yaptığı işe hangi oranda katkı sağlayacağı da bilinmez. Ama bunlar anlık olaylar olduğu için uzun vadeli, istikrarlı bir çalışmaya kaynaklık edemezler tabii ki.
Bana gelince ben bir fotoğraf projesinin ön çalışması konusunda fazlaca kontrollü olanlardanım. Aklımdan geçen projelerin düşünsel ve felsefi çerçevesini kafamda tam oturtmadan asla ilerleyemem. Bir fotoğraf projesi üzerine çalışırken çok okur, çok düşünür, çok araştırma yaparım. Kendim ikna olmadan yola çıkmam. Rastgelelikten hoşlanmam, işimi tesadüfe bırakmam.
Sık sık fotoğraf kitaplarını incelediğinizden bahsetmiştiniz. Bunu üretim pratiğinizi canlı tutmak için yaptığınızı söyleyebilir miyiz? Bunun gibi fotoğraf pratiğinizi canlı tutmak ve geliştirmek adına uyguladığınız başka kişisel düşünsel veya fiziksel egzersizler nelerdir?
Doğrusu artık kitap bakmaktan çok, her şeyi online olarak takip etmeye çalışıyorum. İnternet çok zengin bir mecra. Ben de kendimi güncellemeyi seven bir insanım. Çağın ruhuna uygun yeni üretim ve tüketim olanaklarını takip edip kullanmaya çalışıyorum.
Sanatsal pratiğimde multidisipliner çalışmayı seviyorum. Az önce söylediğim gibi bir fotoğraf çalışması için edebiyattan da faydalanırım, felsefeden ve şiirden de faydalanırım, hoşuma giden başka sanatçıların işlerinden de ilham alırım. Her şeyden. Sürüklenir dururum. Bu yolculuğu da çok severim. Kafamdaki bölük pörçük fikirler, inançlar, düşünceler hep anlamlı bir bütünlüğe kavuşuverecekmiş gibi gelir. Bu heyecan beni motive eder.
İnanıyorum ki, her şey her şeyle ilgilidir. Hayata karşı ne kadar meraklıysan, yaptığın iş ne olursa olsun daha başarılı olursun. Daha da önemlisi mutlu olursun.

Karantina süreci birçok sanatçının detaylara ağırlık vermesine ya da içsel hikayeler oluşturmasına olanak tanıdı. Pandeminin görme eylemine yenilikler getirdiğinden bahsedebilir miyiz, bu durum size de yeni bir bakış sağladı mı?
Özel bir farklılık yarattığını söyleyemem. Hatta zaten aklımda olan ve zevkle geliştirmek için sabırsızlandığım projelerden de uzaklaştırdı biraz. Bu dönem sanat üretmeyi düşünmek bir yana, her şeyin ne kadar önemli olduğu konusunu sorguladığımız bir dönem oldu ölüm karşısında. Hayatta kalma ve özgürlük arzusu dışındaki tüm duygular felce uğradı sanki biraz.
Pandemi süreciyle birlikte gelecek projelerinizi ne şekilde revize ettiniz?
Aslında tüm bu süreç içersinde hep çalışmaya devam ettim. Revize etmekten çok doğal seyrinde geliştirmeye devam ettim diyebiliriz.
Bize Ulaşın