Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu‘ndan Zuhal Ateş tarafından hazırlanmıştır.
********
Şebnem İşigüzel’in İletişim Yayınları’ndan çıkan romanı İstanbullu Amazonlar 1809; Esma Sultan’ın yazılmamış, anlatılmamış hikâyesi ve tahta aday gösterilen ilk kadın sultanın öyküsü.
Geleneksel tarih yazıcılığı erkeklerin yaşam pratiklerinden kaynaklanan olayları kendisine konu edinir, onun öznesi erkektir.
“Her yerde kadınların uyanıp, ilerlemeleri başka hareketler gibi yavaş ve zincirleme bir hareket olmuştur. Osmanlı kadınlarının terakki yolundaki mesailerinin henüz bir tarihçesi olmaması onların bir şey yapmamış olmalarını intaç etmez.
Bilakis bugün büyük ve umumi bir tiyatro salonundan kadınlığa bu kadar mahrem bir mevzudan bahsetmek ve bu mevzuu dinlemek için bu tiyatroda Osmanlı kadınlarından mürekkep muhterem ve büyük bir kitle bulmak. Bunlar iftihar edilecek şeylerdir. Bugün bu saat ben size böyle hitap ederken, siz beni dinlerken şüphesiz biz de tarih yapıyoruz, demektir.” (Halide Edip’in 1913′te yayınlanan Mektep Müzesi Dergisi’ndeki “Yirminci Asırda Kadınlar” başlıklı yazısından.)
İşte İstanbullu Amazonlar 1809, kadınların eril tarihte görünmez kılınmasına başkaldıran bir roman.
Tarihte Ne Olmuştu?
Sultan Mahmut, tahta çıkarıldıktan sonra, önce amcası 3. Selim’in oluşturduğu Nizâm-ı Cedîd’in devâmı niteliğinde Sekban-ı Cedid (Yeni Muhafızlar) birliğini oluşturdu. Her yeni kuruluşa karşı olan yeniçeriler buna da karşı çıktılar. Bu ocağın kaldırılmasını istediler ve istekleri yerine gelmeyince kazan kaldırdılar. Alemdar Mustafa Paşa ve muhâfızları direniş gösterdi fakat, yeniçerilerin mevcudu çok fazla idi. Binayı saran âsilere teslim olmamak için mahzene inen Alemdar Mustafa Paşa, ölmeden oradan çıkamayacağını anlayınca, mahzendeki barut fıçılarını ateşledi. Büyük bir patlamayla infilâk eden binanın, üstünde ve civarında bulunan yeniçerilerle beraber kendi de havaya uçtu (15 Kasım 1808). Bu infilakta en az 300 yeniçeri ölmüştü. Bu sırada saraya da saldıran yeniçeriler Sultan 2. Mahmut’u indirip, 4. Mustafa’yı tahta çıkarmayı isteyince ulemâdan fetvâyı alan Pâdişah 2. Mahmut, 4. Mustafa’yı idâm ettirdi. Tahtın erkek vârisi (o anda tahtın tek varisi Esma Sultan’dır) kalmadığını öğrenen yeniçeriler ne yapacaklarını şaşırdılar. Tahta kadın varisin çıkması geleneklere göre mümkün olmadığı halde; “Kim olursa olsun, yeter ki bizim ocağımız devam etsin” diyerek Osmanlı tahtına Esma Sultan’nın çıkmasını istediler.
Şebnem İşigüzel, tarihteki bu olayı ele alıyor. Yeniden kurguluyor, belgelendiriyor, kanıtlar buluyor ve yeniden yazıyor. Okuyucuyu Osmanlı’da tahta çıkan ilk kadın olan Esma Sultan’ın ve diğer amazonlar Hatice ile Beyhan sultanların peşinde 171 günlük bir düşe ortak ediyor.
Esma Sultan; Tarihin En Güzel Çaresizliği
Oksijen dergiden Sibel Oral’ın sorduğu “Esma Sultan’ın aday gösterilmesi biraz da çaresizlik değil mi?” sorusuna, Şebnem İşigüzel’in yanıtı şu şekilde;
“Esma Sultan tarihin en güzel çaresizliği. Dünya kadınların tahtını yaparken, cinsiyeti yüzünden bundan mahrum kalmak büyük eşitsizlik. Avrupa Komisyonu Başkanı’nın ayakta kalması gibi… Kadınlara yer yok. Ama biliyoruz ki kadını yok sayanın dünyada yeri yok. Ayakkabıya yapışmış çikletle debelenir gibi geleneklerle geçmişle debeleniyoruz. Yüzleşmeden, kabullenmeden, eşitlenmeden olgunlaşamayız. Olgun toplum olamazsak gün yüzü göremeyiz.“
Bir başka söyleşisinde İşigüzel, kendisine tarihten çok, kadınlar üzerinde baskı kuran bugünün gündelik hayatının ilham verdiğini söylerken, “durum öyle bir halde ki pencereden atılan kadınlara neredeyse adalet sistemi ‘Düşen kadınlara bak’ diyecek … Kadınların üzerindeki baskıyı tersyüz etmek üzerine bir şey yazmak istiyordum. Farklı yerlerden iki ilhamım oldu. Birisi Yorgos Lanthimos’un Olivia Colman’lı ‘Sarayın Gözdesi’ filmi. Ama asıl ‘The Young Pope’ dizisi beni sarstı. Beni sarsan tek şey beyaz donuyla yürüyen değişik bir papa olan Jude Law değildi. Sarsılmaz gerçekleri eğip bükme arzusuydu. Bunu nasıl yapabilirim fikrini tarihte ve bütün kalbimle bağlı olduğum edebiyatta buldum. En temeldeyse bu romanı nefes almak için yazdım. Okurum için de öyle olsun istedim” diye devam ediyor. ( Bahar Çuhadar- Hürriyet Gazetesi)
Roman Esma, Hatice ve Beyhan sultanların, Esma Sultan’ın tahta çıkmadan, çıkarken ve çıktıktan sonraki yaşamını tarihi ters yüz ederek nüktedan ve sürükleyici bir dille, Osmanlı’da bir kadın sultan tahta çıksaydı hayalini anlatıyor.
Fransız sefirenin getirdiği makaronları yiyen, makaron kutularına yazdığı günlüklerini tarihte iz bırakabilmek için gizlice saray dışına çıkarabilen, saray mutfağında makaron yaptırmaya çalışan, başarılı olmayınca başka bir tatlının bulunması ve onun da Beşiktaş’taki Yedisekiz Hasanpaşa Fırını’nda hâlâ satılıyor olmasından bahseder roman.
Hatice ve Beyhan Sultanlar telaşlı topuk tıkırtılarıyla gelmiş ve şehirde el atmaları icap eden bir olay vukuu bulduğunu anlatmışlardı. Anlatırken birer çubuk yaktırıp tüttürmüşlerdi…………. Sadrazamın, Köprülü ailesinden gelme hür bir kadın olan karısı, haremi ve etrafındaki hizmetkarlar sokağa atılmıştı. Çüş. "Hayda" demişti Esma, "Ya" demişti Hatice, "Bismillah demişti" Beyhan. "Had bildirmek avradlığın namusu ola" demişti Esma.
Bu olayı duyan üç sultan kupa arabalarına dahi binmeden, at sırtında yola çıkarlar ve sadrazamın evini yağmalayıp haremindeki kadınlara eziyet eden, tecavüz eden, bazılarını sakat bırakan ve doksan iki kadını birbirine bağlayıp itip kakarak sokaklarda gezdirmeye çalışan yeniçerilerin karşına dikilir üç sultan. ‘Sen kimin avradı? Seni de katam bunlar arasına’ diyen yeniçeriye ‘Sen kim köpek! Leşin serile ayağımın altına’ demesiyle Hatice’nin, Esma Sultan yeşim elmas süslü ateş atanıyla yeniçeriyi alnının ortasından vurur. Beyhan Sultan da Selim’in hediye ettiği yakutlu baltası ile birkaç yeniçerinin aklını alır (Yazar bu baltanın babası III. Mustafa’nın atıcılık takımıyla birlikte Topkapı Müzesi Silahhanesi’ inde bulunduğuna dair dip not düşmüştür), Hatice Sultan ateş etmesini bilemediğinden atıyla birkaç yeniçeriyi ezer. On dokuz yeniçeriyi bu şekilde benzetip, diğer bin dokuz yüz seksen yeniçerinin bulunduğu ocağa girerler.
‘……Kapısından girmeleriyle üzerlerine kara bulut gibi ok yağmış da bunlar kıllarını dahi kıpırdatmamışlar. "Hoş gelmişsiniz avrad sultanlar," demiş yeniçeri ağası……. ‘Hoş bulmadık demiş’ Esma. ‘Sizin yeriniz savaş meydanıdır. Sadrazam ocağı değil. Bunu size öğretmeye geldik’ ‘Avrad halinle kim kime öğrete,’ deyince yeniçerinin başındaki, Esma onun anladığı dilden konuşması gerektiğini düşünmüş……… 'Kimsün kimün şekürün, kim kümü şekerün lemzirin faili livatay-i eylesin ey ağalar’ demiş Esma. Çıt çıkmamış kalabalıktan. Daha yüksek sesle tekrarlamış dediğini. Günümüz Türkçesiyle, ‘kim kimi sikerse ağalar’ diye özetleyelim.
Frenk elçisinin bu üç yoldaşa İstanbullu Amazonlar yakıştırması yapmış olması boşuna değildir.
Romanda tarihi gerçekler de var;
13 Mayıs 1808’de pahalılıktan ve baskıdan dolayı, kadınlar değneklerini vurup boş taslarını çalarak sarayın önünde eylem yaparlar ve gördükleri şiddete dayanamayarak kocalarını zehirleyen kadınlar gerçektir.
Osmanlı’da olmayan hukuk sistemine karşılık hukuk denebilecek uygulamalar vardır; zehirlemek taammüden cinayet sayılmıyordu, çünkü zehir öldürücü cisim gibi görülmüyordu. Boğaz ve haya sıkarak öldürmek cinayet sayılmıyordu.
Esma Sultan romanda bu kadınlarla da ilgilenir ve;
‘….. Buna göre kadın kocasını ilkin çorbasına koyduğu zehirle zehirlemiştir. Temiz iş. Zehirlemiş zehirlemesine ama adam ölmemiş. Şanssızlık. Yatağa düşen zavallıyı bu defa yine kendi elleriyle içirdiği çorbayla zehirleyip işi tamamına erdirmiş. Azim. Ancak zehir kattığı çorbayı kendi elleriyle içirdiğinin şahidi olmadığından. Şans. Kadının cezası bir türlü kesilemiyormuş. Akıl. Zeka. Hüner. Esma Sultan bunun ‘havada’ kalmasını buyurmuş.’
Yayınevi kitabı şu sözlerle tanıtıyor:
“Müneccimbaşı her bebekte haremin kapısında beklerdi. Eğer bebek erkek ise hemen yıldız haritasına bakılır, kehanette bulunulurdu. Bebeğin kız olduğu öğrenildiğinde bunu yapmak gereksiz görülürdü. Zira kızların tahta çıkma olasılığı yoktu. Ancak o gece müneccimbaşı yıldızlarına bakılacak kadar başka bir kadın sultanın dünyaya geldiğini biliyordu.’
Osmanlı, bir kadın sultanı tahta çıkardı mı? Taht bahtına erişen ilk ve son kadın sultan tarihten nasıl silindi? İmparatorluğun başında kalmasına müsaade edilseydi kadınlığın bu topraklardaki kaderi değişir miydi? Kendinden efsunlu bir anlatıcı, kafasındaki bu deli soruların peşinden gidiyor, derin bir ispata girişiyor.
Gizli kapaklı mektupların, günlüklerin, vakanüvis notlarının satır aralarında gezinirken muhayyilesinin sınırlarını zorluyor. ‘İstanbullu Amazonlar’, erkekler üzerinden anlatılan tarihi ters yüz etmeye yeminli; incelikle kurgulanmış, isyankâr ve oyunbaz bir roman.
Şebnem İşigüzel, hacimce küçük, fikren büyük bu zarif roman ile edebiyata farklı bir pencere açıyor.”
İşigüzel’in kitabının ilk sözü ile bitirelim ;
Öldürülen kadınlara,
geride kalan hak savunucusu kız kardeşlere,
Şule Çet ve arkadaşlarına …
Bize Ulaşın