Seyir Defteri: Orta Asya (Yaz 2023)

//

Bölüm 05, Özbekistan – Semerkant

09 Temmuz 2023 – Pazar

Unutmadan, buralarda pazarlık çok önemli. Aynı İstanbul gibi, hatta biraz daha abartılısı. Hemen hemen her araba taksi gibi çalışabiliyor. Bu sabah bizi trene götüren taksiler, cep telefonu uygulaması olan taksimetrelerini çalıştırdılar. Ve yol 30,000 SOM tuttu. Hâlbuki iki gün önce trenden otele gelirken taksici 100,000 istemişti pazarlıkla 60,000 SOM ‘a anlaşmıştık. Yani pazarlıkla %100 kazıklanmışız. Pazarlık yaparken oranı 1/3 olarak hesaplayabilirsiniz. Her şey bu kadar olmasa da bir şeyler alırken sıkı pazarlık yapın. Neyse, söylediğim gibi istasyona gidiyoruz. Tren yolculuğumuz uzun değil. Yaklaşık iki buçuk saat sürecek. Pulman koltuklara yerleşiyoruz. Koltuk araları geniş ve rahat. Tren de daha modern ve hızlı. Yol da Hive – Buhara arası gibi çöl değil epey yeşil. Rahat bir yolculuktan sonra varıyoruz Semerkant’a. Yine iki taksi tutup, 20,000 SOM ’a anlaşıp, otele doğru yollanıyoruz. Adres elinde olmasına rağmen taksinin biri oteli bulamayıp biraz fazla dolanıyor. Otele gelince de bulamadım fazla dolandım diye fazla para istiyor. J Kavga dövüş 30,000 verip yolluyor ve otele giriyoruz. Otelimiz  “B&B Emir”, erken geldik, bavulları bırakıp giriş saati olan on bire kadar dışarı çıkıyoruz. İlk olarak Timur’un mezarının olduğu Gur-i Emir’e gideceğiz. (Not: Biz çocukluğumuzdan Timurlenk diye öğrenmişiz. Bu terim Farsçada aksak Timur demekmiş ve o nedenle buralarda çok sıcak karşılanmayabilir, siz siz olun Amir Timur deyin.) Otelden çıkıp birkaç yüz metre sonra navigasyonun gösterdiği kapıdan Gur-i Emir’e giriş yapıyoruz. Fakat sonradan burasının ücretli asıl giriş olmadığını anlıyoruz. Yani kaçak girmiş oluyoruz. Bunu kazıklanmalarımıza sayalım. Buralarda birçok tarihi yerde de benzer arka kapılar var. Başlarında görevli yok. Orada yaşayan insanlar uyarıyor sizi asıl giriş bu değil diye.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Timur’un Mezarı

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Gur-i Emir gibi birçok anıt birbirine benziyor. Özellikle çok büyük ve neredeyse aynı gibi görünen ana bina girişleri var. Kapıları kaydetmezseniz hangi kapı nerenin karıştırabilirsiniz. Fotoğraflarımızı çekip on bir gibi tekrar otele dönüyoruz. Çok az dinlenip tekrar, bu sefer Semerkant Özbek Pilavı yemek üzere çıkıyoruz. Doğaçlama bir yer bulup yiyoruz. Buhara’ya göre daha kötü ve daha pahalı. Ama karnımız doyuyor. Pilavdan sonra yine yürüyerek “Bibi Hatun Cami ve Mezarına” doğru yola çıkıyoruz. Değişmeyen tek şey hava sıcaklığı. Yürürken kendimizi “Registan Meydanında” buluyoruz.

Uluğ Bey Medresesi

Burada üç medrese var. “Uluğ Bey Medresesi”, “Şir-Dor (veya Kaplanlı) Medrese” ve “Tilla Karı Medresesi.” Meydan çok büyük. Registan Meydanına giriş 50,000 SOM. Benim fotoğraf makinesini görünce onun için de 30,000 SOM alıyorlar.

 

Bileti alıyoruz fakat güneş çok tepede. Akşamüstü ışığı ile çekmek daha iyi diye biletimizle akşam gelmeye karar veriyor ve Bibi Hanım Camisine gitmek üzere yola devam ediyoruz.

Geçerken gördüğümüz Dosmatbay MedresesiBu sefer caminin içine girmiyoruz. Dışarıdan fotoğraflayıp hemen caminin yanındaki büyük pazara giriyoruz.

Bibi Hanım Camisi

Siab pazarı gerçekten büyük, alışveriş cenneti. Yiyecek, içecek, giyecek, hediyelik eşya ne istersen var.

Siob Pazarı

Hazreti Hızır Camii

Fakat benim koleksiyonunu yaptığım şişe açacağı yok. Şimdiye kadar hemen hemen hiçbir yerde bulamadım. Yalnızca Hive ‘de aldım iki tane. Onlar da çok yerel değildi. Tam hayal kırıklığı. Neyse, tişört falan alıyoruz. Oradan da “Şah-ı Zinde Mezarlığına” doğru yola koyuluyoruz.

Bir yerlerden yeni gibi de görünen bir mezarlığa dalıyoruz. Burası çok güzel gerçekten. Yeni yapılan mezarların çoğunda mezar taşlarına ölen insanların fotoğrafları işlenmiş. Kim yatıyor, nasıl biriydi görüyorsun.

Mezarlığın içinden fotoğraf çekerek ilerliyoruz. Sonra küçük bir kapı ve bir kaçak giriş daha. Şimdi Şah-ı Zinde’deyiz. Burası da çok güzel ve farklı bir dünya. Çok zarif türbeleri ve türbelerin içinde yatan sultanları,  prensesleri, bilim insanları olan naif bir yer.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Burada da bol fotoğraf çekiyoruz. Artık akşam olmak üzere. Geri dönüyoruz. Alışverişe takılıp mezarlığa gelmeyenlerle buluşup Registan’a doğru yola çıkıyoruz.

Güneş fotoğrafa uygun, çekilecek şey çok. Onlarca çekiyoruz. Hava daha serinlediği için kalabalık artmış. Hava iyice kararana kadar çekim mesaisi devam ediyor. Sonra aydınlatmalar açılıyor. Hadi bakalım tekrar başlıyor çekimler. Ambiyans gerçekten muhteşem. Dokuza doğru karnımız iyice acıkıyor ve ayrılıyoruz Registan’dan. Biraz yol aldıktan sonra uzaktan meydanda ışık gösterisinin başladığını görüyoruz ama açlığa yenik düşüyor ve geri dönmüyoruz. Bu arada saat tam dokuz, not alalım gösteri saatini, fırsat bulursak yarın bakarız.

Gelirken gözümüze kestirdiğimiz bir restoranda yemeğimizi yiyoruz.

Yemek yediğimiz restoran

 

 

 

Günün yorgunluğu, yemeğin de ağırlığı ile fazla dayanamıyor ve kendimizi atıyoruz otele. Klasik çerez, bira sohbeti ve yatış. Yarın erken kalkmaya gerek yok. Dokuzda kahvaltıya inmek üzere sözleşiyoruz. Bugün 24,863 adım atmışız.

10 Temmuz 2023 – Pazartesi

Sabah sekiz buçuk, dokuz arası kahvaltıya iniyoruz. Kahvaltıdan sonra hedef “Uluğ Bey Rasathanesi”. Biraz uzak. Taksi ile gitmemiz gerek. Artık akıllandık, mesafeye göre kafamızda bir fiyat belirliyoruz. Burası için 20,000 SOM belirledik. Taksici 50,000 istedi fakat pazarlıkla belirlediğimiz rakama bağlıyoruz. Rasathaneye varıyoruz, çok büyük değil. Orijinal üç katlı gözlem evi binasından geriye pek bir şey kalmamış.

Orijinal rasathane

Bu tür ileri görüşlülüğün değişmeyen kaderi, Uluğ Bey öldükten sonra dinci fanatikler tarafından yıkılmış yerine türbe yapılmış.Sonradan geçen yüzyılın başında kazıp çıkartmışlar ortaya yeniden. Fakat nerdeyse altı yüz yıl önce bu teknoloji ve böyle bir yapının kurulması takdir gerektiriyor. Yazılmış kitaplar, kullanılan aletler müzede sergileniyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hoşumuza gidiyor, epey zaman geçirdikten sonra çok eski, kâğıt yapan bir atölyeye gitmek istiyoruz. Fakat tam adresi ve notumuzu iyi almadığımızdan taksicilere derdimizi anlatamıyoruz. Kâğıt işinden vazgeçip, hava sıcaklığı biraz düşene kadar zaman geçirmek üzere otele dönüyoruz. Hava sıcaklığı biraz düşünce çıkmak üzere sözleşiyoruz ama dün koşturup arkadaşların gideceği her yeri gördüm deyip, çıkmaktan vazgeçiyorum. Duş ve biraz dinlenme iyi geliyor. Anca akşam çıkıyorum. Registan’ı geçip Bibi Hanım’ın yanında olan bir restoran – kafede eşim ve diğer arkadaşlarla buluşuyorum. Kafede oturdukları masada 60×60 cm boyutlarında 12 cm kalınlığında kadife kaplı bir kutu duruyor. Meğer eşim almış, seramik ağır bir duvar tabağı. Moralim bozuluyor, parasından pulundan değil, sekiz gün nasıl taşıyacağız bunu. Ki eşim ağırlık olamasın diye aldığım çorapların bile bir kısmını bıraktırmıştı evde. Kafede “Türk Çayhane” yazıyor ama Türk çayı yok, gel de sinir olma. Neyse, olan olmuş. İdare edeceğiz artık. Eve kadar elimi sürmem demeyi ihmal etmiyorum. Ama gidişat öyle olmayacak biliyorum. Hava iyice kararıyor. Dün gittiğimiz restoranda karnımızı doyuracağız. Lokantaya giderken sözümde durup tabağa elimi sürmüyorum. Yemeğimizi yiyip otele dönüyoruz. Dönerken de Gur-i Emir’in birkaç poz gece fotoğrafını çekiyorum.

Yarın yine erken, 06:08’de trenimiz var. Otelci Yandex.Go’dan sabah için iki taksi çağırıyor. Bizde biralı klasik akşam sohbetimizi yapıp yatıyoruz. Kalk 04:50’de.

Bugün tembelim 4341 adım atmışım.

 

1964 yılında memur bir babanın çocuğu olarak Urfa’da doğdum. 1968 yılında hayatımın geri kalanını geçireceğim İstanbul’a tanıştım. 1986 yılında Yıldız Üniversitesi Kocaeli Mühendislik Fakültesinden Elektronik Mühendisi olarak mezun oldum. Sırasıyla askerlik, iş hayatına başlama, evlilik, iki tane dünya güzeli kız dünyaya getirme, kendi işini kurma ve sonra “Yeter daha ne kadar çalışacaksın?” diyerek iş hayatını komple bırakma çizgisinde bir yaşam geçirdikten sonra, hobilerime yöneldim. Yurt içi, yurt dışı geziler, teknecilik ve karavancılık ile görme, keşfetme ihtiyacımı karşılarken, bunları belgelemek için çocukluktan beri sevdalısı olduğum fotoğrafa tekrar başladım. Aslında çocukluktan beri sevdalı olduğum söylenemez; çocukluğumun tatil günleri, ilkokuldan başlayarak dayımın Maltepe’deki fotoğraf stüdyosunda çalışarak geçti. O zamanlar dışarıda oynamak yerine o daracık karanlık odada, fotoğrafçılığın mutfağında çalışmak nefret edilesi bir durumdu. Ama her aşk nefretten doğmaz mı? Doğar; dolayısıyla fotoğraf makinesini hiç bir zaman yanımdan ayırmadım. Askerlik sırasında, 1988 yılında, AFSAD'da temel eğitim aldım. 2014 yılında, emekli olur olmaz İFSAK’a üye oldum. Çeşitli karma sergilerde, dernek içerisindeki fotoğraf gruplarında, sosyal sorumluluk projelerinde yer aldım. Bir dönem Yönetim Kurulu'nda görev yaptım. 2018 yılında İstanbul Fotoğraf Günleri Koordinasyonunu üstlendim. Ve bu sevdiğim ortamda bulunmaya devam ediyorum.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Fotoğraf